1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Çatışma ortamında gazeteci kalmak

18 Ekim 2019

Ara verilen “Barış Pınarı Harekâtı” sırasında tartışılan konulardan biri de bölgeden yapılan yayınlar oldu. Gazeteci Coşkun Aral, çatışma ortamında da haberciliğin gözetilmesi gereken mesleki ilkeleri olduğunu söylüyor.

Gazeteci Coşkun Aral
Gazeteci Coşkun Aral Fotoğraf: privat

“Ben çok sayıda savaş ve çatışma izledim ancak savaş muhabirliği terimini kullanmayı tercih etmiyorum. Çünkü ben muhabirim, savaşa da giderim, düğüne de, festivale de…”

Bu sözler gazeteciliğin duayenlerinden, dünyanın birçok yerinde sayısız savaş ve çatışma izlemiş olan Coşkun Aral’a ait.

DW Türkçe’ye konuşan Aral, bu sözleriyle mesleğin özünün aynı olduğunu aktarmaya çalışıyor ancak elbette kendisinin de kabul ettiği şekilde savaş ve çatışma ortamlarında haberciliğin çok sayıda riski ve gözetilmesi gereken mesleki ilkeleri var.

Türkiye’nin Suriye’de başlattığı ve şu anda ara verilen "Barış Pınarı Harekâtı” nedeniyle, bölgedeki yerli ve yabancı basın kuruluşlarının yayınları ile habercilerin içinde bulunduğu koşullar ve güvenlikleri de kamuoyunda konuşulmaya devam ediyor.

Çatışma ortamında nesnel habercilik

Savaş ortamında nesnel habercilik, çeşitli nedenlerle gazetecilerin en çor zorlandığı ancak zor koşullarda bile gözetmesi gereken ilkeler arasında gösteriliyor.

Aral’a göre savaş ve çatışma ortamında yapılan habercilik “tarihsel bir sorumluluk” ve bu haberciliğin herhangi bir tarafı mutlu etme amacını taşımaması gerekiyor.

Gazeteci Can ErtunaFotoğraf: privat

Haberci ve akademisyen Can Ertuna da DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede her savaşta mutlaka her iki tarafın da kendi enformasyonlarını ön plana çıkarabilmek için mümkün olan her türlü medya gücünü kullanmaya çalıştığını aktararak, bunun Türkiye’ye ya da bölgeye has bir sorun olmadığını söylüyor.

Çatışma ortamında muhabirler her iki taraftan da aynı anda haber geçemeyeceği için bu nesnelliği alandan sağlamak ise çok zor.

Aral, Lübnan’da İsrail bombardımanı sırasında yaşadığı bir deneyimi şöyle anlatıyor:

“Beyrut’taydım ve sabah kalktığımızda bombardımanın başladığını gördük. Önce askerler kaçışıyordu, sonra baktım bir kadın kucağında çocuğuyla kaçıyor, makinemi alıp kadını fotoğrafladım. Fotoğraf Time’a kapak oldu ve dünya kamuoyunda İsrail’in harekatı tartışılmaya başlandı. Ancak sonra gariptir ki bir Fransız dergisi benim fotoğrafımın bir önceki aşamasını gösterdi, orada da askerlerin kaçışı bulunuyor. Objektifi geniş açı yaptığınız zaman etrafta kaçışan askerleri görüyorsunuz, odaklandığınızda ise sivilleri. Bu, basının rolü nasıl algı yaratabilir, buna örnektir.”

Bu nedenle Ertuna’ya göre çatışmanın objektif verilmesinde haber merkezleri büyük önemde. Ertuna, “Cephenin en ucundaki muhabir genelde resmin küçük bir kısmını görür. Biz ağırlıklı olarak alandaki muhabirlerin performansını eleştiriyoruz ama onlar zincirin en ucundaki halka, bütünlüğü sağlamakta haber merkezlerine büyük görev düşüyor” diyor.

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Süleyman İrvan ise çatışma ortamında aynı anda doğru ve hızlı haber geçmenin normal zamanlara kıyasla daha da zor olduğunu ifade ederek, şunları söylüyor:

“Muhabirler normal zamanda iki tarafa da rahatlıkla gidip görüş alabilir ama çatışmada çoğunlukla bu mümkün değildir. Bu nedenle haberleri aktarırken bilgi ve belgeleri teyit etmek çok önemli.”

Operasyon sırasında sosyal medyada yayılan sahte görüntülerin zaman zaman yerli ve yabancı haber merkezlerinin süzgecinden geçmeden yayına verilmesi basına güvenilirliği zedeleyen unsurlar arasında olmuştu.

İletişimci Süleyman İrvanFotoğraf: Privat

İrvan, geleneksel medyada asılsız haber ya da görüntülerin doğruluğunun teyit edilmesinin daha kolay olduğunu ancak günümüzde sosyal medya ile çok sayıda yanlış bilginin büyük bir hızla yayılabildiğini hatırlatarak, “Çatışmada muhabirler sadece koşullarla değil, haber atlamamak için bu bilgi kirliliği ile de mücadele etmek zorunda kalıyor. Bu gerçekten çok zor ve riskli bir durum” diyor.

Ertuna operasyon sırasında bölgeye çok sayıda gazetecinin gönderildiğini hatırlatarak, bir başka noktaya daha dikkat çekiyor:

“Çok ciddi bir gazeteci ordusundan bahsediyoruz, ama bu nicelik fazlalığı acaba nitelik açısından bize bir çeşitlilik getiriyor mu? 30 tane müzik enstrümanının aynı notayı basması çok sesli müzik anlamına gelmiyor. Oysa farkı yaratabilecek olan biraz daha insan hikayeleri aktarmak.”

Gazetecilerin güvenliği

Savaş ve çatışma ortamları taraflar ve siviller kadar gazeteciler açısından da çok sayıda tehlike barındırıyor. Gazetecileri Koruma Komitesi’nin verilerine göre Suriye’de 2011 yılından "Barış Pınarı Harekâtı”na kadar 129 gazeteci hayatını kaybetti. Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün verdiği bilgiye göre ise, gecen Pazar günü bir sivil konvoyu hedef alan hava saldırısında iki muhabir öldü.

Aral, çatışma ortamında nasıl habercilik yapılması ya da kendi güvenliğini nasıl sağlaması gerektiğini ustalarından öğrendiğini söylüyor. En büyük risklerden birinin keskin nişancıların hedefi haline gelmek olduğunu aktaran Aral, bu nedenle gazetecilerin kamuflaj pantolonu ya da üniforma gibi askeri kıyafetler giymesinin tehlikeli olabileceğine dikkat çekiyor.

Son yıllarda gazetecileri olası risklerden korumak için çeşitli eğitimler bulunuyor. Türkçeye savaş muhabirliği eğitimi olarak çevrilebilecek “hostile environment” eğitimi de bunlardan biri. Uluslararası basın kuruluşlarındaki muhabirlere çatışmayı takip için bu eğitimi almak bir zorunluluk. Türkiye’de ise bu tür eğitimlere son dönemde önem verilmeye başlandı ancak hâlâ yetersiz.

Ertuna, çatışma bölgelerinde çelik yelek ve kaskı asla çıkarmamak gerektiğine işaret ederken, “Fakat çelik yeleğim ve kaskım var diye de her noktada haber yapabileceğini düşünmemeli. ‘Çelik yeleğim, kaskım var artık kurşun geçirmez bir muhabirim’ dememek gerek. Çünkü geçmişte diğer savaş ve çatışmalarda her iki koruyucunun da tamamen korumadığının örnekleri var” diyor.

Gülsen Solaker

© Deutsche Welle Türkçe

 

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik