1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"11'inci Peron" - İlk kuşak göçmenler üzerine bir film

19 Şubat 2021

"11'inci Peron" filmiyle yönetmen Çağdaş Yüksel'in bir hayali gerçek oldu. Filmde Yüksel, Almanya'ya işçi olarak gelen ilk kuşak göçmenleri anlatıyor.

Fotoğraf: Cocktailfilms

Münih Tren Garı, 11'inci peron… Almanya'ya 1955-1973 yıllarında "misafir işçi" diye nitelenen çok sayıda kişinin ilk durağı o peron oldu. O zamanlar Almanya'da yaşanan "ekonomik mucize"yi ayakta tutmak için geldiler zira çalışma yaşında olması gereken erkeklerin büyük bir çoğunluğu ölümler, esaret veya. İkinci Dünya Savaşı sonrası başka sebepler nedeniyle yoktu, eksikti. Bundan dolayı Almanya pek çok ülke ile işgücü anlaşması imzaladı. Çalışabilecek erkek ve kadın sağlanması ancak o şekilde mümkün olabilecekti.

İtalya'dan, İspanya'dan, Türkiye'den ve diğer beş ülkeden insanlar bilmedikleri bir ülkeye doğru yola koyuldular. O zamanlar internet yok, sosyal medya yok, memleketleriyle var olan tek bağlantı ankesörlü telefondu, o da vardıysa tabii. Akrabalar ve dostlar ile iletişim mektup veya paket göndererek sağlanabiliyordu, çoğu zaman da haftalar sürüyordu onlar ulaşana kadar.

Çağdaş Yüksel'in büyükannesi (solda), Almanya'ya geldikten kısa bir süre sonra eşi ve altı çocuğuyla birlikte...Fotoğraf: Cocktailfilms

İnsanlar geldi

2021 senesi, Türkiye ile Almanya arasında iş göçü anlaşması imzalanmasının 60'ncı yıldönümü. "Biz işçi çağırdık, insanlar geldi" der ünlü İsviçreli yazar Max Frisch 1965 yılında.

"Gleis 11" (11'inci Peron) adlı filmin fikri, bugün nüfusunun yaklaşık üçte biri göçmen kökenli olan Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde oluşur.

O zaman gelen ilk misafir işçiler bugün yaşlandılar, bazıları hatta çok çok yaşlı. Çocukları, torunları hakkında çok şey yazıldı, çizildi. İkinci ve üçüncü kuşak Almanya'daki çok sayıda tartışma programına, filme, akademik çalışmaya konu oluyor. Oysa ilk gelenler, neredeyse gelir gelmez perondan fabrikaya, madene veya dikiş atölyesine gidenler hakkında az konuşuldu. Her şeyden önce Almanca medyada kendilerine hemen hemen hiç söz de verilmedi.

Çağdaş Yüksel'in filminin galası 24 Ocak'ta Essen'in tarihi mekanlarından Lichtburg Sineması'nda yapıldı. Fotoğraf: Cocktailfilms

Konu "önemsiz" diye kenara itildi

Çağdaş Yüksel ilk kuşak göçmenlere bakışı değiştirmeyi hedefliyor. O da Türkiye kökenli göçmenlerin üçüncü kuşak temsilcilerinden biri. Büyükbabası ve büyükannesi vakti zamanında "misafir işçi" diye gelmişler ve Almanya'da kalmışlar. Büyükbabası bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş, Dedenin ölümünden sonra sekiz çocuğunu tek başına büyüten büyükannesinden çok etkilenmiş. Ve bu etkilenme üzerine büyükannesine ve onun kuşağına, söz konusu kişilerin kendi kendini anlattığı bir film atfetederek toplumsal hafızada kalıcı yer açmak için bu filmi çekmeye karar vermiş.

Başlarda filmin sinema salonlarında sergilenmesi imkansız görünmüş."Çok önemsiz" veya "sinema için uygun değil" tepkileri almış pek çok editör ve film piyasasındaki pek çok sorumludan. Bu sözler onu devamlı gerilere attıysa da fikrinden tamamen vazgeçirmemiş ve "11'inci Peron" film projesinde ısrar etmiş. "Çünkü o kuşaktan biriyle konuştuğum her seferde, çok ilginç ve yaşanmamışlıklarla dolu, sinemada da mükemmel biçimde anlatılabilecek hikayeler olduğunu görüyordum" diyor. Yüksel, o insanların ve hikayelerinin anlatılmaya değer olduğunu kanıtlamak istediğini de vurguluyor. Filminin prömiyerinde DW'ye konuşan Yüksel, "gözyaşı, sabır ve kahve ile bunu başardıklarını" da aktarıyor. Bu arada yönetmene destek Kuzey Ren-Vestfalya Çocuk, Aile, Göç ve Uyum Bakanlığı'nın yürüttüğü "#BenSenBizKRV" projesinden gelmiş. Söz konusu Bakanlık'ta görevli Uyum Müsteşarı Serap Güler Yüksel'i desteklemiş.

Tanıkları tarafından anlatılan beş hikaye

"11'inci Peron", Türkiye-Almanya arasında 1961'de yürürlüğe giren iş göçü anlaşmasının ilk dönemlerinde yapılmış sokak röportajlarıyla başlıyor. "Burada çoklar" deniyor onlar için ya da "Sadece para kazanmak istiyorlar ama çalışmıyorlar" diyenler var veya "Misafir işçiler olmasa ayakta kalamayız" gibi görüşler dile getiriliyor.

Film, beş hikayeyi paralel anlatıyor. Hikayelerden biri Çağdaş Yüksel'in büyükannesi Nezihat'ın hayat öyküsü. 1970'te aile birleşimi yoluyla, yanında dört kızıyla Türkiye'den Mönchengladbach'a gelmiş. Film, daha sonra kendi dükkanını açan Nezihat'ın eşini kaybettikten sonra nasıl sekiz evladını tek başına yetiştirdiğini anlatıyor.

"11'inci Peron" 60 yıl öncesine uzanan bir zaman yolculuğu aynı zamanda.Fotoğraf: Cocktailfilms

İkinci hikaye ise Türkiye'nin kuzeyinden 1963 yılında Almanya'ya gelen Osman'a ait. Osman önceleri Essen'de madende çalışmaya başlamış. Daha sonra oradaki ilk Türk lokantasını açmış.

Güney İtalya'dan gelen neşeli bir tabiata sahip Bartolomeo ise "11'inci Peron"da Almanya'ya nasıl geldiğini ve burada güzel bir kadını ve mutluluğunu nasıl bulduğunu anlatıyor.

Yunan Marina da 11'inci peronun bulunduğu Münih üzerinden Kuzey Ren-Vestfalya'ya gidenlerden. Nasıl yenildiğini bilmediği için, kendisine verilen "hoş geldin” paketindeki muzu trenin penceresinden attığını anlatırken hâlâ mahçup oluyor.

Filmin insanı en duygulandıran sahnelerinden birinde ise Ayşe ve Eşref adlı çiftin 49 yıl sonra memleketleri Türkiye'nin güneyine dönüşleri anlatılıyor.

Filmin kahramanlarından biri de ilk gelen misafir işçilerden Osman (solda)Fotoğraf: Cocktailfilms

Sarsılmaz iyimserlik

Film, yukarıda adı geçen kişilerin küçük ve büyük hikayelerini, kahramanlarının ağzından ve gözünden inanılmaz bir otantizm ile anlatıyor. Yönetmen Çağdaş Yüksel filmde onlara bunu yapabilecekleri imkanlar veriyor. Geçmişe gidişleri, hatırlamaları, hayalleri, beklentileri ve umutları gözlerinde yeniden canlanıyor. Bununla da, Almanya'ya, yabancı bir ülkeye yapayalnız gelmiş ve şansını denemiş, buna dayanmış, sarsılmaz bir iyimserliğe sahip insanları tarihe ve toplumsal hafızaya kaydediyor.

Yönetmen Yüksel, yola çıktıkları yere bakıldığında bu insanların böylesi bir iyimserliğe sahip olması ve bunu korumayı başarmasının ne kadar saygı duyulası bir yetenek olduğunu kavradığını anlatıyor.

Bilinçli veya bilinçsiz, Çağdaş Yüksel'in filminde Almanya devamlı yağmurlu görünüyor. Almanya'nın yağmuru ile sıcak ülkelerden gelen bu insanların memleketleriyle arasındaki zıtlık daha da belirginleşiyor ve büyük bir özlem olarak hissediliyor. Bazıları bu özlemden kendisi de bizzat bahsediyor zaten.

"11'inci Peron"un galası Almanya'nın en büyük sinema salonuna sahip olan Lichtburg Sineması'nda yapıldı. Fotoğraf: Cocktailfilms

"Küçük bir kesimi ilgilendirir" denilen konuya birdenbire büyük ilgi

"11'inci Peron"un galası 24 Ocak'ta Essen'in tarihi mekanlarından Lichtburg Sineması'nda yapıldı. Yüksel ve proje çalışanlarının yanı sıra, Almanya'nın en büyük sinema salonundaki galada filmin dört de kahramanı hazır bulundu. Filmin internet üzerinden gösteriminde, bir zamanlar "sadece küçük bir grubun ilgisini çekebilecek özel bir konu" diye nitelenen esere rağbet o kadar büyüktü ki yoğun ilgiye dayanamayan Yüksel'in web sunucusu çöktü. Bin 300 kişinin çevrim içi izlediği film, pandemi olmasaydı biletlerin tükendiği, kapalı bir salonda seyirciyle buluşmuş olacaktı. Çağdaş Yüksel'i manevi açıdan tatmin eden de büyük kuruluşların projeye başarı şansı tanımamaları noktasında haksız çıkmaları.

"11'inci Peron"a Türkiye'den de ilgi var. Bilet alıp Türkiye'den de filmi izleyen çok kişi olmuş. Ve bazı okullar ve üniversiteler ile film kiralama şirketleri talip olmuş.

Çağdaş Yüksel'i etkileyerek bu filmi yapmasında büyük rol oynayan büyükannesi Nezihat da filmin galasında hazır bulundu. Sükûnet içinde ve sevgiyle gözü, galada filmi sunan ve çekimleri, yaşadıklarını anlatan, sanal ortamda yöneltilen soruları cep telefonundan okuyup cevaplayan torunundaydı. Kendisine yöneltilen bir soruya ise şu cevabı veriyordu: "Almanya'ya gelmiş olmaktan hiçbir zaman pişman olmadım."

 

Philipp Jedicke

© Deutsche Welle Türkçe

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik

Bu konuda daha fazla içerik

Daha fazla içerik göster