2011'e ekonomik kriz damgasını vurdu
25 Aralık 20112011 yılında istikrar ortaklığının sanıldığı kadar sağlam olmadığı ve münferit Euro ülkelerinin zor duruma düşmesinin bütün birliği krize sürükleyebileceği ortaya çıktı. Devlet ve hükümet başkanları, finans piyasalarını yatıştırmak için çeşitli reçeteler denediler. Ama milyarlarca euroluk kefalet ve yardım fonları bile piyasaları ikna edemedi.
Avrupa Birliği’nin (AB) 2011 yılındaki Euro krizi yüzünden kapıldığı çaresizlik, Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso’nun Ocak ayındaki demecinde de kendini gösteriyordu: "Kurtarma fonunun finansman imkanlarıyla uygulanma alanının genişletilmesi gerektiği görüşündeyiz."
Birbiri ardına zirve düzenlendi
Kısaca Kurtarma Fonu olarak adlandırılan Avrupa Mali İstikrar Mekanizması’nın kapsamı ve hangi alanlarda kullanılacağı bütün bir yıl boyunca tartışıldı. Hatta Almanya Anayasa Mahkemesi de kurtarma fonunun Almanya Meclisi’nin bütçe hakkını zedeleyip zedelemediğini inceledi. İstikrar fonu ancak yıl sonlarına doğru şekillenebildi. Ama piyasalar fonu umursamıyordu.
2011, krizin her ay biraz daha kritikleştiği bir yıl oldu. Birbiri ardına olağanüstü zirveler düzenlendi. Ama yatırımcının güvenini kazanmak mümkün olmadı. Avrupa Parlamentosu Sosyalist Partiler Grubu’nun başkanı Martin Schulz, "Bir buçuk yıldır yeni önlemler ilan ediliyor ama uygulanmıyor. Uzlaşma olarak bizlere sunulan formüller uygulanamıyor, hemen bir kriz buluşması daha yapılıyor. Şimdiye kadar kaç kriz buluşması yapıldığını bilene aşk olsun" sözleriyle zirve buluşmalarının başarısızlığından dem vurdu.
Almanya ve Fransa eleştirilerin odağında
Bu eleştirilerin hedefinde ortak para bölgesi ülkelerinin hükümetleri ve öncelikle de Almanya ve Fransa var. 2011 aynı zamanda Avrupa’da güç ekseninin kaydığı bir yıl da oldu. Komisyon, parlamento ve 27’ler Avrupa’sının yerini, para birliğinin büyük ülkeleri almaya başladı. Lüksemburg Başbakanı ve Euro grubu maliye bakanları sözcüsü Jean-Claude Juncker, Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin sık sık buluşmalarını ve kendi başlarına hareket etmelerini eleştirdi.
Juncker, "Almanya ile Fransa’nın aralarında anlaşmalarının yeterli olduğu nasıl düşünülebilir? Bu işin içinde 17 hükümet, 17 devlet, 17 ülke ve 17 parlamentonun olduğu nasıl unutulur?" şeklinde konuştu.
Aynı zamanda, 17 üyeli Euro Bölgesi'nin, 27 üyesiyle birlikte bütün AB'yi uçuruma sürüklemesinden de endişe ediliyor. Aralık zirvesi AB’nin ne kadar bölünmüş durumda olduğunu gözler önüne serdi.
AB'de İngiltere çatlağı
Bağlayıcı kurallar içeren mali entegrasyona ülkesinin katılmayacağını açıklayan İngiltere Başbakanı David Cameron veto gerekçesini şöyle açıkladı: "Asla Euro kullanmayacağız. Diğer ülkelerin aksine, mali birliğe katılabilmek için egemenliğimizden asla vazgeçmeyeceğiz."
İngiltere giderek marjinalleşirken, Almanya’nın AB’deki ağırlığı artmaya başladı. Polonya ve diğer ülkeler krize Almanya’nın çare bulmasını umuyor. Diğer ortaklar ise Almanya’nın her şeyi dikte ettirmeye çalıştığı görüşünde. Berlin yönetimi, Almanya’nın yeniden büyüklük hevesine kapıldığı şeklindeki iddiaları mesnetsiz olduğu gerekçesiyle geri çeviriyor.
Kesin olan, Almanya’nın kriz süresince, doğru bildiklerini kabul ettirme gücünü arttırdığı. Berlin yönetimi, Euro tahvilleri ihracını önlemeyi başardı. Çünkü, Yunanistan gibi, milli tahvillerini serbest piyasada satamayan ülkeler yeniden taze para bulabilecek ama onların borçlarına bütün Euro Bölgesi kefil olacaktı. Almanya bu uygulamaya kesinlikle karşı çıkıyor.
Trichet'e övgü
Ancak AB, Almanya da dahil olmak üzere birçok ülkeden gelen itirazlara rağmen temel prensiplerinden fedakarlık etti. Avrupa Merkez Bankası (AMB) mayıs ayından beri tahvillerini satın alarak borçlu ülkelerin refinansman maliyetlerini düşürmeye çalışıyor.
Bu uygulama kimileri tarafından eleştirilirken, eski Almanya Başbakanı Helmut Schmidt gibi bazı otoriteler ise eski AMB Başkanı Jean-Claude Trichet’i övüyor: "Trichet’in başkanlığındaki AMB guvernörler kurulu hareket kabiliyetini korudu. Bu nedenle politikacı ve medya mensupları Euro krizinden söz etmekle, düşüncesizce gevezelik yapmış oluyorlar. Aslında AB siyasi organlarının kararsızlık krizinden söz etmek daha doğru olur. Bu zaaf Avrupa’nın geleceği açısından, münferit Euro ülkelerinin aşırı borçlanmasından çok daha büyük bir tehlikedir."
Yunanistan sorunu
Sorunlu ülkelerin başında, bütçe rakamları bütün ortaklarından kötü olan Yunanistan geliyor. İşsizlik artarken, büyüme umutları giderek sönüyor. Maliye bakanları yardım paketinin her kredi dilimine onay vermek zorunda kalıyorlar. Yunanistan bu nedenle Avrupa’nın nezareti altında. Bu görevi üstlenen özel birimin başkanı Horst Reichenbach, tasarruf ve reform hedeflerine ulaşmasında Yunanistan’a yol gösteriyor.
Reichenbach, "Yunanistan’ın idari bürokrasisi daha verimli çalışmalı. Yetkilerin kesişmediği bir yapıya kavuşturulup, ekonomik gelişmeye köstek değil destek olması sağlanmalı" ifadelerini kullanıyor.
Yorgo Papandreu hükümeti uzun süre, Avrupa’nın sıkı tasarruf talepleri ile halkın protestoları arasında yalpaladı. Tasarruf politikasını halkoyuna sunma kararı sürpriz etkisi yaptı. Almanya ve Fransa’nın baskılarıyla referandumdan vazgeçtikten sonra ona son çare olarak istifa etmek kalıyordu.
Halefi Lukas Papadimos kriz ortamında daha mütevazı davranıyor: "Avrupalı ortaklarımız ve IMF, Yunanistan’ın uzun vadeli finansmanını üstlendiler. Bu nedenle de sadece bu hükümetten değil, hükümet ortağı partilerin liderlerinden de, orta ve uzun vadede bu politikaya uyacaklarına dair taahhüt bekliyorlar."
Sonunda hemen bütün Avrupa hükümetleri sıkı tasarruf programları uygulamaya başladı. Finans sektörünün regülasyonunda da 2011 yılında mesafe kat edildi. Ama şiddetle ihtiyaç duyulan mali işlem vergisi bir türlü çıkarılamadı. Öncelikle, Avrupa finans merkezi sayılan Londra’nın geleceğinden endişe eden İngiltere hükümeti mali işlem vergisine set çekti.
Kemer sıkma politikasına tepkiler
Bu arada kemer sıkma politikasına başkaldırmalar da başladı.
İspanyol göstericiler, ‘krizinizi bize ödetmeyin’ diye bağırıyordu. Onlara göre Avrupa’nın politikaları dar gelirliyi korumak yerine bankaları kurtarmayı amaçlıyordu.
New York’taki ‘Wall Street’i işgal et’ hareketi Avrupa’ya sıçradı. Çeşitli ülkelerden bir araya gelen göstericiler isteklerini anlatmak için diyar diyar dolaşmaya başladılar. Peki ama, istekleri nelerdi? Nikki adlı Yunan genci ‘işgal’ güçleriyle Brüksel’e gelip bir parkta kamp kurmuştu. Belçika polisinden yediği tekmeyle burnu kanamıştı.
Nikki, "Problem küresel olduğundan, hepimizi ilgilendirmesi gerekir. Partiler gibi somut siyasi hedeflerimiz yok. Ekonomik ve siyasi düzeni değiştirmek istiyoruz. Her şeyi, bütün dünyayı değiştirmek isterdim" ifadelerini kullanmıştı.
Euro'nun geleceği
Tam olarak neyin ne kadarının değişmesi gerektiği hususunda kafalar karışık. Örneğin ortak para birimi Euro’nun geleceği. Yunanistan gibi ülkelerin ortak para bölgesinden atılmasını isteyen de var, ekonomik istikrarını koruyan ülkelerin yeni bir para bölgesi kurmasını öneren de. Devlet ve hükümet başkanları bu önerilere kulaklarını tıkıyorlar. Almanya Başbakanı Merkel, domino etkisi yapmasından çekindiği için, "kimse para bölgesini terk edemez" diyor.
Yunanistan, Portekiz ve İrlanda gibi nispeten küçük ülkeler iflas tehlikesiyle boğuştuğu aylarda kimse aşırı endişeye kapılmamıştı. İtalya’nın devlet tahvillerine durmadan daha yüksek risk primi ödemek zorunda kalmasıyla durum kritikleşmeye başladı. Silvio Berlusconi’nin başbakanlığındaki Euro Bölgesinin üçüncü büyük ekonomisi reform kabiliyetine haiz değildi. Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano başbakanı istifaya zorladı. Eski AB Komisyonu üyesi Mario Monti’nin teknokratlar hükümeti işbaşına geldikten sonra moraller düzelmeye başladı.
Krizin gerçek nedenleri
Aralık ayındaki zirvede devlet ve hükümet başkanlarının ‘kavis’ yaptıkları görüldü. Şimdiye kadar mali krizdeki Euro ülkelerine yapılacak yardımlar gündemdeydi. Ama artık gözler krizin gerçek nedenlerine çevrilmeye başlandı. Kamu borçlarının çığırından çıkması ve rekabet gücünün azalması, acilen çözüm bekleyen sorunların başında geliyordu. İngiltere dışındaki AB ülkeleri sıkı bütçe disiplini, denetleme ve gerektiğinde yaptırım ilkeleri üzerinde anlaştılar. Başbakan Merkel zirveden sonra aynı zamanda ekonomik politikaların bundan böyle daha sıkı koordine edileceğini de duyururken buluşmadan önce zirveden böylesine büyük bir hamle beklemediğini teslim ediyordu: "Euro’nun ilk ciddi sınavı sırasında, ekonomi ve para birliğinin temellerinin sağlam olmadığını gördük. Şimdi eksikleri gideriyoruz."
Şimdi reformların kısa zamanda uygulamaya girip girmeyeceği ve kaybolan güveni yeniden kazandırmaya yetip yetmeyeceği tartışılıyor. Ocak ayında İtalya ve İspanya borçların re-finansmanı için tahvil çıkardıklarında güven barometresi belli olacak. Tıkanma durumunda Avrupa Merkez Bankası’nın, yasal görevi olmamasına rağmen tahvil piyasasına yoğun bir şekilde müdahale edip etmeyeceği merak konusu.
'Avrupa krizden güç kazanarak çıkacak'
Brüksel bu yüzden geleceğe kuşkulu gözlerle mi bakıyor? Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Thomas Mirow, ‘katiyen Euro’ya ömür biçilmesin', diyor ve ekliyor: “Euro’nun ortak para birimi olarak kalacağından hiç şüphem yok. Sorunumuz, finans krizi yüzünden kamu borç stokunun sadece Avrupa'da değil ama ABD ve Japonya gibi ülkelerde de tahammül sınırlarını aşmış olmasıdır. Kamu borçları azaltılmalıdır. Alternatifi olmadığı için, yol açabileceği bütün olumsuzluklara rağmen bunu yapmak zorundayız.”
Alman Hristiyan Demokrat Birlik partisinin Avrupa Milletvekili Werner Langen daha da ümitli konuşuyor ve Avrupa'nın krizden güçlenerek çıkacağını iddia ediyor. Langen, "İyimserim. Muhtemelen önümüzdeki haftalarda kriz biraz sivrilecek. Ama her krizin Avrupa'ya daha fazla güç kazandırdığını da unutmayalım" şeklinde konuşuyor.
Euro krizinin 12 aylık serüveni sırasında AB uzun yol kat etti. Bazı kararlar hatalı çıktı. Şimdi de kimse başarı garantisi verebilecek durumda değil. Ama son on iki ayın AB'yi, sakin geçen uzun yıllara kıyasla çok daha fazla değiştirdiği kesin.
© Deutsche Welle Türkçe
Christoph Hasselbach / Ahmet Günaltay
Editör: Ayhan Şimşek