2018: Alman siyasetinin sarsıntılı yılı
29 Aralık 2018Almanya'da 2018'in nasıl çalkantılı bir yıl olduğuna dair aklımdaki görüntü Başbakan Angela Merkel ile İçişleri Bakanı Horst Seehofer'in Başbakanlık binasının balkonundaki ana ait. Başbakan, elinde bir kadeh beyaz şarap, arkasını dönmüş, isyankâr İçişleri Bakanı'ndan uzaklaşıyor. Merkel, Seehofer sanki bir köpekmiş de mutfaktaki çöp kutusunu dağıtmış gibi kızgın. Rüzgâr, Başbakan'ın normalde kusursuz olan saçını dağıtmış. Merkel mutsuz, yorgun ve yaşlı...
Dürüst olmak gerekirse, Seehofer ve diğer koalisyon ortakları ile tüm gece süren müzakereler göz önünde bulundurulduğunda Merkel'in bu darmadağın görüntüsü kabul edilebilir. Almanya'ya sığınma başvurusunda bulunan göçmenlerin hangi şartlar altında kabul edileceği ve işlemlerin nerede ve nasıl yapılacağı konusundaki müzakereler neredeyse hükümetin düşmesine neden oluyordu. Sonunda taraflar anlaşmış ve günü kurtarmıştı.
Ne var ki, basına yansıyan bu fotoğraf Başbakan'ı gerçek hayatta tanıyan birçok kişi için rahatsız edici bir görüntüydü. Merkel'in, parlamentoda soruşturma komitesinin önünde beş saat boyunca ifade verdikten sonra ara verme teklifini kendisine güvenen bir gülümsemeyle geri çevirmesine tanık oldum. Başbakan için stresle mücadele tereyağından kıl çekmek gibiydi. Ta ki 2018'e kadar.
Bitkin ve bezgin bir Merkel'in Seehofer'den kaçarcasına uzaklaşan görüntüsünü Alman demokrasisi için bir metafor olarak görmek mümkün. New Yorker dergisinde çıkan bir makaleye göre Merkel'in 2017 yılında dördüncü kez başbakanlık için yarışmasının önemli bir nedeni de ABD Başkanı Donald Trump'a karşı ağırlık oluşturma gerekliliğini hissetmesiydi. Eğer öyle ise 2018, ılımlı Alman Başbakanı ve onun görüşleri çerçevesinde oluşturduğu siyasi teşkilatın bu ağırlığın altında gıcırdayarak çatlamaya başladığı yıl oldu.
SPD'nin çözülmeye başlaması
İronik olan ise Almanya'daki siyasi çalkantıların, bu tip tartışmaların dışında kalmayı tercih eden ve siyasi varlığını bunun üzerine temellendiren Başbakan'ın kontrolü dışında gelişen unsurlardan kaynaklanması oldu. Merkel 2018'in ilk aylarını tanıdık olduğumuz bir şeyi yaparak geçirdi: Sosyal Demokrat Parti'yle (SPD) üçüncü kez orta yolcu bir büyük koalisyon için müzakere ederek. Ancak yoldayken komik bir şey oldu ve SPD dağılmaya başladı.
Bu durum ilk olarak SPD Genel Başkanı Martin Schulz'un, partisinin bir kez daha Merkel liderliğinde bir koalisyon hükümetine dâhil olması ve kendisinin de bu hükümette yer alması konularında geri vitese takmasıyla başladı. Neticede parti liderliğinin görüş birliği ile geldiği konumundan oldu ve SPD'ye olan destek anketlerde yüzde 20'nin altına geriledi.
Schulz'un Merkel'le koalisyon kurmasına karşı kampanyanın başını Gençlik Kolları Başkanı Kevin Kühnert çekti. O zamanlar 28 yaşında olan Kühnert tam da göründüğü gibi birisi: Basın toplantılarına ceketsiz, gömleği kot pantolonunun dışında katılan bir üniversite öğrencisi. Ancak Sosyal Demokrat liderler hakkında çoğu durumda söylenebileceğinin aksine, verdiği yanıtlarda onu net ve tutarlı buldum.
SPD Genel Sekreteri Lars Klingbeil'a, partinin kötü gidişatın nedeni acaba geleneksel tabanı olan işçi sınıfının hızla kayboluyor olması mı diye sorduğumda nahoş bir atmosfer oluşmuştu. Ne diyebilirdi ki? Nisan ayında Schulz'un halefinin seçildiği SPD kongresindeki bir sahne, Almanya'nın bu en eski partisinin büyük bir dert ile karşı karşıya olduğuna beni ikna etti.
O sahnede muhafazakâr Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) gençlik kollarının muzip üyeleri, kongrenin yapıldığı salonun önünde kulak tıkaçları dağıtıyorlardı. Bu hareket, partinin yeni lideri Andrea Nahles'in bitmek bilmeyen konuşmalarına bir atıftı. SPD delegelerinin bir kısmı kulak tıkaçlarını almayı kabul etti. Merkel'in koalisyon ortaklarının durumu bu.
Muhafazakârların yavaş çekim harakirisi
Ancak tersine Merkel demokrasisine karşı en büyük meydan okuma kendi partisindeki muhafazakârlardan geldi. Seehofer'in mülteci siyaseti isyanı ve Başbakanlık'tan konu hakkında yapılması beklenen her açıklama yan darbeleri de barındıran yavaş çekim bir harakiriye dönüştü.
Chemnitz'de bir adamın mülteci birisi tarafından öldürüldüğü iddiası sonrası yaşananlar benzer bir çıkmazın çirkin bir yansımasına dönüştü. Almanya, ABD gibi kırmızı ve mavi eyaletlere bölünmemiş olabilir, ama göç gibi temel bir mesele haline gelmiş konuları çözmek için köprüler inşa etmek ya da diyalog oluşturmak an itibarıyla imkânsız hale gelmiş durumda.
Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi ve göçmen karşıtı PEGIDA hareketinin binlerce destekçisi Dresden'da Merkel'e hakaret ederken oradaydım. Başbakan'ın, makam aracından inip Saksonya bölgesel parlamentosunun binasına geçtiği 60 saniyelik sürede kendisine karşı yapılan sövgüleri ne kadar fark ettiği şüpheli. Bunlar olurken, yazın yaşanan yoğun sıcak hava dalgası nedeniyle neredeyse dereye dönen Elbe Nehri ise yürek parçalayıcı bir şekilde akıyordu. Gerilemenin bir diğer sembolik görüntüsü.
Ne olursa olsun, muhafazakârların Bavyera ve Hesse eyaletlerindeki bölgesel seçimlerde aldıkları başarısız sonuçlar sonrası Merkel'in önce Ekim ayında bir daha Başbakan olmayacağını açıklaması, sonra da Aralık ayında partisinin Genel Başkanlığı'ndan ayrılması hepimiz için sürpriz oldu. Almanya Başbakanı ve Avrupa Birliği'nin en uzun süre boyunca görevde kalan lideri, hükümet kurmada zorluk çekmesine rağmen Ocak ayı itibarıyla yenilmez görünüyordu. Ekim ayı sonunda ise siyasi kariyerinin son dönemecine girdi.
Merkel illüzyonunun sonu
Peki, ya şimdi ne olacak? Merkel ve atışmalara sahne olan hükümeti bir yıl daha hayatta kaldı. Ve Aralık ayında müttefiki ve takipçisi Annegret Kramp-Karrenbauser'in halefi olarak seçilmesi sonrası Başbakan'a verilen destek az da olsa arttı. Ancak hem Başbakan'ın hem de uzlaşı merkezli orta yol siyasetinin geleceği dağılma sürecine girdi.
Kamuoyu yoklamaları doğruysa Yeşiller Almanya'nın ikinci en büyük siyasi gücü haline geldi. SPD ise AfD ile üçüncülük mücadelesi veriyor. Büyük koalisyonlar artık geçmişe ait bir şey olacak. Muhafazakârlar ve SPD'nin birlikte parlamentoda çoğunluk yakalamaya yaklaşması bile pek mümkün görünmüyor.
Görünen o ki gelecek muhafazakârlar ile Yeşiller arasında daha karmaşık ittifaklara sahne olacak. Her ne kadar Merkel uzun bir zamandır muhafazakârlar ile Yeşiller arasındaki sembolik "siyah-yeşil" koalisyonlarının savunucusu olsa da, büyük bir sürpriz yaşanmadığı sürece Başbakan böyle bir koalisyona liderlik edemeyecek.
2018 yılı dünyanın birçok yerinde, bir miktar da gerçekçi olmayan bir şekilde, Merkel ve Almanya'nın, Trump'ın Amerikası nedeniyle boşalan küresel liderlik pozisyonunu doldurabileceği ümitleriyle başlamıştı. Ancak New Yorker makalesinde de isabetli bir şekilde ifade edildiği gibi, "Angela Merkel özgür dünyanın lideri değil ve hiçbir zaman da olmayacak."
2019 da öngörülemeyen bir yıl olarak şekillenmeye başladı bile.
Jefferson Chase
© Deutsche Welle Türkçe