Türkiye ve ABD: Trump Erdoğan'ı taklit mi ediyor?
24 Eylül 2025
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'na Salı günü hitap eden ABD Başkanı Donald Trump ve hemen ardından kürsüye çıkan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünyaya neredeyse tamamen zıt iki farklı mesaj verdiler.
Trump 55 dakika süren konuşmasında adeta BM'ye saldırırken göç karşıtı sert ifadeler kullandı, iklim değişikliğini ve yeşil enerji politikalarını net bir dille inkâr etti. İklim değişikliğinden Afrika halklarının karşı karşıya olduğu zorluklara geniş bir yelpazede dünyayı sorumlu davranmaya çağıran Erdoğan'ın BM'ye yönelik eleştirisi ise daha yumuşak, göç konusundaki tutumu da daha kapsayıcıydı.
Liderlerin New York'ta sergiledikleri bu farklı yaklaşıma karşın ülkeleri içinde güç tekelini ellerinde toplamak için sergiledikleri çabalar ise büyük benzerlik gösteriyor. İkisi de üniversitelerle ve öğrencilerle çatışıyor, eleştirel medyaya baskı yapıyor, yargıya yandaşlarını yerleştiriyor, hatta ikisi de kendi ülkelerinin merkez bankalarına faizleri düşürmeleri için müdahale etmeye çalışıyorlar.
Beyaz Saray'da gerçekleşmesi beklenen Erdoğan-Trump görüşmesi öncesinde iki ismin siyasi oyun kitabında ortaklaşan stratejileri derledik.
Üniversitelerin özerkliği
ABD Başkanı Trump göreve gelir gelmez başta Harvard olmak üzere ülkenin köklü üniversiteleri ile giriştiği bilek güreşi ile ikinci döneminin ilkinden daha sert geçeceğinin sinyalini verdi. Üniversite öğrencilerinin Gazze savaşı nedeniyle düzenledikleri Filistinlilere destek eylemlerini "antisemitik" olmakla suçlayan Trump, önce protestolara katılan yabancı öğrencilerin okuldan atılmasını istedi. Daha sonra talep listesini okutulacak derslerin içeriğinden işe alınacak akademisyenlerin milliyetine müdahaleye kadar genişletti. Harvard gibi "solcu kaleleri" olmakla suçladığı ve "işbirliğine" yanaşmayan kurumların yüz milyonlarca dolar büyüklüğündeki devlet fonlarını kesti.
Türkiye'de Erdoğan Trump'tan yıllar önce benzer müdahaleler ile üniversiteleri kontrol altına almaya girişmişti. Özellikle 2016 yılından itibaren "Barış Akademisyenleri" olarak da bilinen, PKK ile mücadelede çatışma yerine diyalog çağrısı yapan yüzlerce akademisyen çalıştıkları üniversitelerden uzaklaştırıldı. 15 Temmuz'daki darbe girişimini izleyen olağanüstü hâl (OHAL) döneminde çok sayıda rektör görevden alındı, birçok üniversite kapatıldı. Daha önce görece özerkliği bulunan rektör seçimlerinde tek karar verici Cumhurbaşkanı Erdoğan haline geldi. Bunu, kayyum atamasıyla hükümetin ülkenin prestijli eğitim kurumu Boğaziçi Üniversitesi ile hükümetin giriştiği mücadele izledi. Boğaziçili öğrencileri "LGBTİ+" ve "elit beyaz Türkler" olmakla suçlayan hükümet uzun soluklu protestolara rağmen kurumun başına peş peşe kayyum rektörler görevlendirdi, eğitim içeriğinden akademik kadroya sert değişiklikler dayattı.
Merkez bankalarına ve istatistik kurumlarına müdahale
Trump ve Erdoğan'ın merkez bankalarına yönelik tutumları da birbirine benziyor. Erdoğan 2019'da, dönemin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Murat Çetinkaya'yı görevden almıştı. Bağımsız bir kurum olan TCMB'nin yönetimine böylesi bir müdahale oldukça sıradışı olsa da Çetinkaya'nın ardından kısa süreyle başka MB başkanları da Erdoğan'ın imzasıyla koltuklarını kaybettiler. Erdoğan ve Çetinkaya arasındaki anlaşmazlığın sebebi faiz politikasıydı. Özellikle seçim dönemlerinde ekonomik canlılığı ve büyümeyi artırmak isteyen Erdoğan, düşük faizden yana bir siyasetçi. Merkez Bankası ise enflasyonu kontrol altına alabilmek için faizleri yüksek tutma politikası izliyordu.
Trump da benzer şekilde ABD'de faizlerin düşürülmesi için Amerikan merkez bankası Fed'e baskı yapıyor. Faizleri indirmekte "çok yavaş" kalmakla suçladığı Fed Başkanı Jerome Powell'ı görevden almak istediğini açık açık söyleyen Trump, bunu yapma yetkisi bulunmadığından Powell'ı MB binası inşaatında "usulsüzlük" yapıldığı gibi farklı gerekçelerle kovmayı değerlendirdi. Henüz Powell'ı kovamamış olsa da Fed'in Yönetim Kurulu Üyesi Lisa Cook'u, konut kredisinde usulsüzlük yaptığı iddiasıyla görevden aldığını açıkladı. Cook halen bu karara direniyor.
Trump geçen ay, Türkiye'de işsizlik ve enflasyon gibi temel ekonomik verileri hazırlamaktan sorumlu Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) ABD'deki karşılığı olan Çalışma İstatistikleri Bürosunun (BLS) başkanını da kovdu. Karar, Beyaz Saray'da hayal kırıklığı yaratan Temmuz ayı istihdam verisini izledi. Düşük gelen istihdam rakamlarına inanmadığını söyleyen Trump, ABD ekonomisinin dünyanın en iyisi olduğunu savunuyor.
Türkiye'de de özellikle TÜİK'in enflasyon ve işsizlik verisi sık sık tartışma konusu oluyor. Erdoğan son olarak 2022 yılının başında dönemin TÜİK Başkanı Sait Erdal Dinçer'i görevden almıştı.
Amerikan ve Türk medyasına baskı
Gazeteciler ile her zaman sorunlu bir ilişkisi bulunan Donald Trump özellikle son dönemde, sağcı aktivist Charlie Kirk suikastının ardından medyaya yönelik baskıyı artırdı.
Göreve geldikten hemen sonra Meksika Körfezi'nin adını Amerikan Körfezi olarak değiştiren Trump, ilk olarak bu ismi kullanmayı reddeden haber ajansı Associated Press (AP) gibi kurumların akreditasyonunu iptal etti. Trump ayrıca, "yozlaşmakla" suçladığı, 48 dilde yayın yapan medya kuruluşu Amerika'nın Sesi'ni (VOA) çalışamaz hale getirdi.
ABD Başkanı haber programı 60 Minutes'ı yanlı davranmakla suçlamış, bu iddiasını destekleyecek bir kanıt sunmasa da yapımcı Paramount şirketi davadan vazgeçmesi için Trump'a 16 milyon dolar ödemeyi kabul etmişti. İzleyen aylarda şov programı sunucusu Stephen Colbert, "Late Show" adlı programında Trump'a yönelik sert eleştirilerinin ardından ABD Başkanı'nın hedefi haline geldi. Yayıncı CBS kanalı Trump'ın tehdidi üzerine "mali sebepleri" gerekçe göstererek Colbert ile yeni sözleşme imzalamayacağını duyurdu. Program mayıs ayında yayından kalkacak. CBS'in çatı şirketi Paramount, bir ticari birleşme hamlesi için Trump yönetiminin onayına ihtiyaç duyuyor.
Colbert'in şovunun iptalini sosyal medya paylaşımları ile kutlayan Trump "Sırada Jimmy var" diyerek bir sonraki adrese açıktan işaret etmişti. ABC kanalı, Jimmy Kimmel'ın şov programını Kirk cinayeti üzerine yaptığı bir yorumu gerekçe göstererek yayından kaldıracağını duyurdu. Daha sonra geri adım atsa da kanalın bu hamlesi, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) ABD'deki karşılığı olabilecek Federal İletişim Komisyonunun (FCC) lisans iptali tehdidini izliyor. FCC Başkanı Brendan Carr, kanalı tehdit ederek "kolay veya zor yoldan" gidebileceklerini söylemiş, birkaç saat sonra Kimmel'ın programının durdurulduğu açıklaması gelmişti.
Trump aleyhindeki haberler nedeniyle ABD'nin saygın gazeteleri New York Times'ı (NYT) 15 milyar dolar, Wall Street Journal (WSJ) ise 10 milyar dolar tazminat talebiyle dava etmiş durumda.
Türkiye'de de benzer yöntemlerle AKP hükümeti ana akım medyayı kontrolü altına almıştı. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) aracılığıyla medya şirketlerine el konuldu, patronlara baskı yapılarak "sakıncalı" gazeteciler işten attırıldı, vergi cezası gibi tehditlerle kurumlar el değiştirmeye zorlandı. Son dönemde "cumhurbaşkanına hakaret" suçlaması gazetecilere yönelik sık sık başvurulan baskı yöntemlerinden biri haline geldi. Ayrıca RTÜK; Sözcü, Halk TV ve Tele1 gibi "muhalif" kanalları ekran karartma ve lisans iptali ile tehdit ediyor. Türkiye'de ABD'den farklı olarak ise çok sayıda gazeteci ayrıca tutuklandı.
Yargıya yandaş isimlerin yerleştirilmesi
Türkiye'de hakim ve savcı atamalarında kontrolü Erdoğan'a veren düzenlemelerin ardından yargı hükümetin denetimine girdi. Kritik davalarda hakim ve savcıların görev yerleri değiştirilerek yargılama sürecine etki edildiği eleştirileri yapılıyor. Ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisine (CHP) yönelik "yolsuzluk" ve "terör" gerekçeli soruşturmalar da yine iktidarın siyasete yargı eliyle müdahalesi olarak görülüyor.
ABD'de ise Trump, Adalet Bakanlığını (DOJ) yandaş isimlerle doldurarak yargıda kontrolü eline almaya çalışıyor. Son olarak hafta başında kendi Adalet Bakanı Pam Bondi'ye sosyal medyadan seslenen Trump, muhaliflerine yönelik baskının artırılmasını istedi, çok yavaş hareket edildiğinden yakındı.
Türkiye'de AKP'nin yargıya müdahalesi, bir televizyon kişisi olan Trump'ınki gibi ekran önüne taşmasa da Erdoğan'ın örneğin, son yerel seçimde muhalefet partilerine geçen belediyelerin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) borçları nedeniyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı'na verdiği "Kendilerini kararlı bir şekilde silkelemende fayda var" talimatı, hükümetin belediyelere baskısına örnek oluşturuyor.
Sandığa güvenin zedelenmesi
Trump'ın demokratik süreçlere karşı tutumu, bu süreçler lehine işlemediğinde düşmanca bir hal alıyor. 2020'deki seçimi kaybettiğini hâlâ kabullenmeyen ve hile yapıldığını savunan Trump, zaman zaman anayasadaki süre sınırını aşabileceği yönünde şakayla karışık açıklamalar yapmaktan da geri durmuyor.
Halkın sandığa olan güvenini zedeleyen benzer süreçler Türkiye'de de dikkat çekiyor. HDP'ye yönelik kapatma davası, önce DEM Partili şimdi ise CHP'li belediyelere kayyum atanması, milletvekilleri ve parti yöneticilerinin tutuklanması siyasi katılım önünde engel olarak görülüyor.
Diğer taraftan 2019'da Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı seçildiğinde seçimlerin iptal edilmesi, başkanlık sisteminin oylandığı referandumda yaşanan mühürsüz oy tartışmalarına cevaben Erdoğan'ın "Atı alan Üsküdar'ı geçti" açıklaması AKP'nin, kaybettiği bir seçimin sonuçlarını tanıyıp tanımayacağı tartışmasını gündeme getirmişti.
Türkiye'de her seçim dönemi oldukça sert bir kampanya yürütmesiyle bilinen Erdoğan, iktidarının devamını bir "beka meselesi" olarak gösteriyor, muhalefeti "teröristlerle işbirliği yapmakla" suçluyor.
Benzer bir söylemi sahiplenen ABD Başkanı Trump da rakipleri için sık sık "solcu kaçıklar" veya "vatan hainleri" diyor, Demokrat Partili siyasetçilerin çocukları trans yapmaya çalıştığı iddia ediyor, göçmenler yüzünden beyaz Amerikalıların azınlıkta kalacağı gibi dayanaksız korkuları besliyor.
Trump yaklaşan ara seçimler öncesi Kongre'de gücünü koruyabilmek için Teksas gibi Cumhuriyetçi Parti'nin güçlü olduğu eyaletlerde seçim haritaları yeni baştan çizdirerek siyasi avantaj elde etmeye de çalışıyor.
ABD bu yöntemlere başvurulan tek ülke değil. Türkiye'de 2014 yerel seçimlerinden önce İstanbul'un Şişli ilçe sınırlarında değişiklik yapılmış, ayrıca kamuoyunda "bütünşehir yasası" olarak bilinen düzenleme ile de kırsal alan kente dâhil edilmişti. Her iki adımın da yerel seçimlerde AKP lehine sonuç vermesinin hedeflendiği belirtiliyor.
Uluslararası anlaşmalar ve kurumlara bakış
Yıllar içinde giderek milliyetçi-muhafazakâr bir çizgiye kayan Erdoğan iktidarı uluslararası kurumlara karşı da daha şüpheci hale geldi. LGBTİ+ karşıtı söylemi benimseyen Erdoğan'ın, "ailenin zarar gördüğü" iddiasıyla İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesi çok tartışılmıştı. Türkiye'nin yıllardır Eurovision Şarkı Yarışması'nı boykot ediyor olmasının da "kültür savaşının" bir sonucu olduğu değerlendiriliyor.
ABD'nin gücüne sahip Trump ise uluslararası işbirliklerine karşı adımlarında daha pervasız olabiliyor. Ülkesini, iklim değişikliğinin sınırlanmasını hedefleyen Paris Anlaşması'ndan çekmesi veya Çin'in güdümüde girmekle suçladığı Dünya Sağlık Örgütüne (DSÖ) desteği sonlandıracağını açıklaması buna örnek gösterilebilir.
Her iki lider de çok taraflı kurumlara "egemenliğe tehdit" gözüyle bakıyor, uluslararası normları "dış müdahale" gibi sunup, iç politikada milliyetçi desteği artırmanın hesabını yapıyorlar.
Öte yandan geçmişte medya özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda Ankara'ya uyarılarda bulunan Washington'daki yeni durum Türkiye'de Erdoğan'ın keyfi adımlarını kolaylaştırıyor.