ABD'nin İran'a saldırıları radyasyon riski yarattı mı?
22 Temmuz 2025
ABD'nin İran'daki üç büyük nükleer tesise 22 Haziran'da düzenlediği hava saldırılarının üzerinden bir ay geçmesine rağmen saldırıların etkileri hâlâ netlik kazanmadı.
"Geceyarısı Çekici Operasyonu" adını taşıyan ve ABD Başkanı Donald Trump tarafından duyurulan saldırılar Fordo, Natanz ve İsfahan şehirlerindeki nükleer tesisleri hedef almıştı.
Operasyon kapsamında 125 uçak ve 13,5 tonluk bombalar taşıyan B-2 tipi özel bombardıman uçakları kullanıldı. Bu bombalar resmî olarak "Yoğun Yıkım Bombaları" olarak adlandırılıyor ve halk arasında "sığınak delici" olarak biliniyor.
Fordo: Güçlü şekilde korunan tesis
Saldırıların en önemlisi, ülkenin en sağlam korunan tesisi olan Fordo'ya yapıldı.Fordo, dağın derinliklerine gömülü yapısıyla saldırılara karşı korunacak şekilde inşa edilen bir tesis.
İran'ın Fordo tesisini ne zaman inşa etmeye başladığı ise belirsiz, ancak tesisin varlığı 2009'da dünyaya duyuruldu. Bu santral, yaklaşık 3 bin santrifüj barındırmak üzere tasarlandı.
2015 yılında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) çerçevesinde İran, Fordo'daki uranyum zenginleştirme faaliyetlerini 15 yıl süreyle durdurmayı kabul etmişti. Ancak Trump 2018'de tek taraflı olarak anlaşmadan çekildikten sonra İran bu faaliyetleri yeniden başlattı.
İran, Fordo'da yüzde 60 saflıkta uranyum zenginleştirdiğini belirtiyor ki bu, sivil nükleer enerji üretimi için gerekenden çok daha yüksek. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) da Fordo'da yüzde 83,7 saflığa kadar zenginleştirilmiş uranyum parçacıkları tespit ettiğini açıkladı. Bu oran, silah yapımında kullanılan yüzde 90'lık seviyeye oldukça yakın.
Uranyum zenginleştirme tesisleri hedefte
ABD operasyonunun diğer hedefi, Tahran'ın yaklaşık 225 kilometre güneyindeki İran'ın en büyük zenginleştirme merkezi olan Natanz'daki nükleer tesisti. Bu yer altı tesis yaklaşık 50 bin santrifüj kapasitesine sahip.
Fordo ve Natanz, daha önce de çeşitli sofistike saldırılara maruz kalmıştı. 2010'daki Stuxnet siber saldırısından, Fordo'nun elektrik şebekesini çökerten olaylara ve dört yıl önce Natanz'daki uzaktan kontrollü patlamaya kadar pek çok saldırı düzenlendi. İranlı yetkililer bu saldırıların ciddi hasara yol açtığını belirtiyor.
Üçüncü hedef İsfahan'daki tesis, silah kalitesine yakın nükleer yakıt barındırdığı şüphesiyle hedef alındı. Bu tesis, doğal uranyumu uranyum hekzaflorür gazına dönüştürüyor; bu gaz daha sonra Natanz ve Fordo'daki santrifüjlere gönderiliyor.
İran’ın nükleer enerjisi için Rusya’dan yakıt
Fordo, Natanz ve İsfahan'daki tesisler zenginleştirme merkezleri olsa da İran'ın yaklaşık 400 kilogram yüksek saflıkta zenginleştirilmiş uranyuma sahip olduğu tahmin ediliyor.
ABD saldırılarının bu stoklara verdiği zarar ise net değil. İranlı yetkililer uranyumun "güvenli" yerlere taşındığını söylüyor. Ancak İsrail kaynakları, uranyumun üç tesise dağılmış olduğunu ve yerinde kaldığını öne sürüyor.
İsmini vermek istemeyen bir İsrailliyetkili, BBC'ye yaptığı açıklamada zenginleştirilmiş uranyumun bir kısmının İsfahan'daki tesisin derinliklerinde bulunduğunu ve İran'ın bunları kurtarmaya çalışabileceğini söyledi.
Bu üç tesisin nükleer reaktör barındırmadığı biliniyor. İran'ın faal olan tek nükleer enerji santrali, Tahran'ın 750 kilometre güneyindeki Buşehr'de bulunuyor. UAEA tarafından denetlenen tesis, Rusya tarafından sağlanan uranyumla çalışıyor. Kullanılmış yakıt da Rusya'ya geri gönderiliyor. Bu tesis ABD saldırılarının hedefi olmadı.
Radyasyon seviyesi izleniyor
ABD saldırılarının ardından UAEA, bölgede radyasyon seviyelerinde artış tespit etmedi. Hedef alınan tesislerde aktif reaktör bulunmadığı için radyasyon riski, yalnızca zenginleştirilmiş uranyumun depolandığı tanklardan, santrifüjlerden ya da boru hatlarından sızabilecek uranyum hekzaflorür gazıyla sınırlı.
Bu gazın sızması durumunda havadaki nemle reaksiyona girerek uranil florür ve hidroflorik asit oluşturuyor. Hidroflorik asit, son derece aşındırıcı ve tehlikeli bir madde olarak biliniyor.
Bu aside temas ya da buharlarının solunması, akciğer dokularını tahrip edebilir; boğulmaya ve ölüme neden olabilecek ciddi solunum sorunlarına yol açabilir.
Hannover Üniversitesi Radyoloji ve Radyasyon Koruma Enstitüsü'nden Profesör Clemens Walther, DW'ye yaptığı açıklamada, "Uranyum hekzaflorürün salındığına dair belirtiler var. Hem radyolojik tehlikeler hem de artan radyasyon seviyeleri ile kimyasal riskler bildirildi. Bu yalnızca hidroflorik asit salınımına işaret edebilir," dedi. Ancak Walther, olayın yalnızca tesisle sınırlı kaldığını ve yerleşim alanlarına yayılmadığını belirtti.
Radyasyon koruma ve tıbbi fizik uzmanı Roland Wolff ise uranyumun ağır metal olarak kimyasal açıdan zehirli olduğunu vurguladı. DW’ye konuşan Wolff, "Örneğin böbrek hasarına yol açabilir. Vücuda alınması, kısa menzilli alfa radyasyonu nedeniyle kanser riskini ve genetik hasar ihtimalini artırır. Bu senaryoya bağlı olarak hem çalışanlar hem de genel halk için potansiyel tehlike oluşturur" değerlendirmesini yaptı.
Çernobil benzeri bir felaket mümkün mü?
1986’da Çernobilve 2011’de Fukuşima'da yaşanan nükleer felaketler, reaktör kazalarının yol açtığı radyasyon riskini gözler önüne sermişti.
Fukuşima'daki felaket, Japonya'nın doğu kıyısında meydana gelen 9 büyüklüğündeki deprem ve ardından gelen tsunaminin, üç reaktörün enerji ve soğutma sistemlerini devre dışı bırakmasıyla yaşanmıştı.
Tesisten yayılan radyoaktif maddeler, on binlerce insanın tahliyesine neden olmuştu.
Ancak Wolff, hedef alınan İran tesislerinin Çernobil tarzı bir felakete yol açacak nitelikte olmadığını belirtti. "Zenginleştirme tesislerinde nükleer reaktörlerin aksine fisyon ürünleri bulunmaz. Ayrıca Çernobil'deki gibi bir patlamayla yüksek irtifaya yayılma da söz konusu değil. Bu nedenle potansiyel kirliliğin yerel kalacağı varsayılıyor" dedi.
DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?