1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Alman uzmanların gözünden AKP'nin 16 yılı

14 Ağustos 2017

AKP'nin ilk dönemindeki baş döndürücü yükselişte Batı ile iyi ilişkilerin de önemli rolü oldu. Peki ipler nasıl koptu? Erdoğan mı değişti, Avrupa mı hesap hatası yaptı? Almanya'nın önde gelen Türkiye uzmanlarına sorduk.

Türkei - Wahlkampf der AKP
Fotoğraf: picture-alliance/epa/K. Okten

Adalet ve Kalkınma Partisi, 14 Ağustos'ta 16'ncı yılını geride bıraktı. 2001'de kuruluşunun hemen ardından 2002 yılındaki seçimlerle iktidara gelen parti bugüne kadar tek başına iktidarda kalarak Türk siyasi tarihinde eşi bulunmayan bir başarıya imza attı.

Karizmatik liderleri Recep Tayyip Erdoğan, Batı dünyasının da gözdesi, istikrarlı bir Türkiye yolunda umut ışığıydı. Yıllarını Türkiye araştırmalarına vermiş Alman uzmanlar, AKP'nin ilk döneminin bir başarı hikayesi olduğu konusunda hemfikir. Ya sonrası?

"Propaganda makinesine indirgendi"

"AKP pek çok nedenden dolayı eşi benzeri bulunmayan bir olgu. Üst üste tüm seçim ve referandumları kazanmış, Müslüman kimliği Avrupa'ya dönük bir rotayla birleştirip yıllar boyunca demokratik düşünceyi muhafazakâr Müslüman halka taşımış ve yine alışılmadık bir şekilde ilk seçimlerden bu yana mutlak meclis çoğunluğuna ve neredeyse ülkeyi istediği gibi şekillendirme imkanına sahip olup, elindeki bu güce rağmen kendini güçsüzleştirmeye ve tüm siyasi gücünü tek bir kişiye, cumhurbaşkanına devretmeye karar vermiş bir parti.  Ve bu şekilde olağanüstü başarılı olan karakterini, kendi yapısını bozmuş bir parti."

Günter Seufert

Alman Bilim ve Politika Vakfı'nın Türkiye uzmanı Günter Seufert, AKP'nin 16 yıllık bilançosunu bu şekilde özetliyor.

Seufert, AKP'nin siyasi bir parti olmaktan çıkarak kendini "Cumhurbaşkanının yararına çalışan bir seçim derneğine indirgediği" görüşünde. Seufert'e göre "Eskiden siyaset tartışan, siyaset geliştiren, siyaseti şekillendiren bir parti, bir propaganda makinesine indirgendi ve şekillendirici siyasi gücünü kaybetti."

Almanya'nın önde gelen Türkiye uzmanlarından Udo Steinbach da AKP'nin kuruluş döneminde partiye ve lideri Erdoğan'a destek vermiş, bu nedenle eleştirilerle de karşılaşmış bir isim. Deneyimlerini şöyle anlatıyor: "Ben de Erdoğan'ın hayranları arasındaydım. Laik kesimden pek çok Türk arkadaşım 'Yanılıyorsun, Erdoğan kuzu postuna bürünmüş bir kurt. Günün birinde postu atacak' diye uyarıyorlardı. O dönem Türk arkadaşlarımı anlayamıyordum. Çünkü o dönemde Erdoğan'ın siyaset ve ekonomi politikalarına, AB rotasına hayranlık duyuyordum. Başından beri demokrasiyi tek adam hakimiyetine giden yolda bir araç olarak mı kullandı, yoksa çeşitli konuşmalarında dile getirdiği gibi arada onu gücendiren, inciten bazı şeyler mi oldu, bunu tarihçilerin saptaması gerekecek. Gerçek olan şey, 2002-2009 arasındaki Erdoğan'ın 2013-2017 arasındaki Erdoğan'dan tamamen farklı olduğu."

Udo SteinbachFotoğraf: DW

"Baş sallayanlar kulübüne döndü"

Peki ipler kopma noktasına nasıl geldi? Steinbach'a göre ilişkilerde dönüm noktası 2013 oldu. "Parti giderek Erdoğan'ın hakimiyeti altına girdi. Erdoğan hep liderdi, karizmatik bir kişilikti ama demokrattı. Bu tablo 2013'ten itibaren değişmeye başladı. Erdoğan partiyi ele geçirdi, AKP onun arkasında erimeye başladı ve sürekli 'evet' diyen baş sallayanlar kulübüne, Erdoğan'dan yararlananlar kulübüne döndü. Türkiye'deki siyasi iklime baskı hakim olmaya başladı" diyor Udo Steinbach.

Bremen Üniversitesi'nden Türkiye uzmanı Roy Karadağ ise Batı ile ilişkilerde dönüm noktasının, üst üste üçüncü seçimin kazanıldığı 2011 yılında geldiği görüşünde. Karadağ, "Dönemin başbakanı Erdoğan için o seçimler, AKP'nin artık devleti kalıcı olarak dönüştürecek meşruiyete sahip olduğu vizyonunun teyidiydi" görüşünü dile getiriyor.

Roy KaradağFotoğraf: privat

Avrupa yanlış hesap mı yaptı, yoksa Erdoğan mı değişti? Karadağ, "Erdoğan hep aynıydı, daha İslami bir devlet vizyonu muhtemelen hep vardı. Soru, bu vizyonu hayata geçirebilecek kadar güçlü hissedecek noktaya ne zaman geldiği. Bunun için de Kemalistlere, ordu ve yargıya karşı mücadeleyi kazanması gerekiyordu. Önceleri dindar kesimle Kemalistler arasında bir güç dengesi olduğu düşünülüyordu. Ama ordunun ardından yargı da dönüştürülüp kendi kadroları yerleştirilince bu denge bozuldu" diyor.

Avrupa'nın çıkarı neydi?

Türkiye'de bazı muhalif çevreler tarafından dile getirilen, "AB Erdoğan'ı başlangıçta kendi çıkarları için destekledi. Şu an yaşanan olumsuz gelişmelerde bu yüzden sorumluluğu var" yönündeki eleştirilere ise Alman uzmanlar katılmıyor.

Karadağ, AKP ve Erdoğan'ın bu kadar büyük bir güce ulaşabileceğini başlangıçta değil Avrupa'nın, Erdoğan'ın kendisinin bile hesaba katmamış olabileceğine dikkat çekiyor ve "Avrupa farklı olarak ne yapabilirdi? Düşünün ki 2000'li yıllarda Avrupa Türkiye ile işbirliğine dayalı politikalar izlemeseydi, Türk tarafı ya da Türk halkı o zaman ne düşünecekti?" sorusunu yöneltiyor. Karadağ, şu an Avrupa'nın en az Türk muhalif çevreler kadar büyük bir ikilem içinde bulunduğu ve AKP'nin son 15 yılda kazandığı gücün boyutu karşısında şaşkın olduğu görüşünde.

Seufert de bu eleştiriler karşısında "AKP öncesi Türkiyesinde kısa ömürlü hükümetler dönemini, siyasi partilerin hazin durumunu, devletin büyük kayıplara yol açan Kürt siyasetini ve ekonomik krizleri" hatırlatıyor ve "Tabii ki her siyasi aktör çıkarlarını gözetir. Ama o dönem AB'nin çıkarı neydi? AB'nin Türkiye ile ilgili çıkarı, bölgesi ve AB için çok önemli olan bir ülkenin siyasi ve ekonomik açıdan istikrara kavuşmasıydı. Erdoğan siyasi istikrarı getirme vaadiyle göreve geldi ve siyasi istikrar büyük ekonomik büyümeyi de beraberinde getirdi. Ve bu istikrar Avrupa'nın tabii ki çıkarınaydı. Bunda eleştirecek bir yan göremiyorum" diyor.

AKP Genel Başkanı Erdoğan, 2002 seçimlerinde oyunu kullanırken.Fotoğraf: Getty Images/R. Winter

"AB'nin ölümcül hatası"

Steinbach, ilişkilerdeki bozulmada AB'nin payına da dikkat çekiyor ve Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlandığı dönemde Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin tutumlarının çok büyük bir hata olduğunu savunuyor. Türkiye'ye dürüst davranılmadığını söyleyen Steinbach, "AB genişleme sürecinde ilk kez bir ülkeyle müzakere yürütürken, ki müzakere bir ülkenin köklü değişimden geçmesi anlamına gelir, yani bir ülkeden bunu istiyorsun, ama diğer yandan 'müzakerelerin sonucu ne olursa olsun üye olamazsın' diyorsun. O zamana kadar AB tarihinde böyle bir şey olmadı. Ve bunun yıllar içinde Erdoğan'ı giderek daha da olumsuz etkilediğini, muhtemelen Erdoğan'ın Avrupa'ya, demokrasiye inancını kaybetmesine katkısı olduğunu ve Türkiye'nin yeni, farklı bir yöne gitmesi gerektiği sonucuna varmasına yol açtığını düşünüyorum. Avrupa 2015 sonrasında Türkiye'yi kökten değiştiren süreçte gerçekten yapıcı ve iyi bir rol oynayıp oynamadığı sorusunu eleştirel bir şekilde kendine sormalıdır" diyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde düzenlenen anma töreninde.Fotoğraf: Reuters/Presidential Palace/Y. Bulbul

"Batı'nın entrikalarına karşı Türkiye'nin kurtarıcısı"

Ve Avrupa ile ilişkilerde soğuma, söz düellolarına, karşılıklı tehdit ve restleşmelere kadar vardı. Avrupa'da Türkiye ile üyelik müzakerelerinin durdurulması, hatta ekonomik yaptırımlar tartışılırken, Ankara başta Almanya olmak üzere Batılı ülkeleri teröre destek vermekle suçluyor. Tartışmaların odağında ise 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tutulan Gülen yapılanması bulunuyor. Steinbach, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'nin iade taleplerine karşılık vermeyen Almanya'ya yönelik sert çıkışlarının bir taktik olduğu görüşünde. Steinbach bu görüşünü şöyle açıyor: "Bu onun stratejisinin bir parçası. AB'ye sırtını döndükten sonra otokratik tutumunu sürekli Amerikalılar, Avrupalılar, Almanlara suçlamalar yönelterek, Türkiye'yi zayıflatmaya çalışmakla suçlayarak güçlendirmeye çalışıyor. Avrupa'ya, Batı'ya sırt dönüp başka yönlere gitmesini Batı'nın sırtından yapmaya çalışıyor. Hâlâ ona destek verenleri, Türk halkının en az yüzde 50'sini, Batı'nın sürekli Türkiye'ye karşı entrikalar çevirdiğine ve Türkiye'yi  bu girişimlere karşı sadece güçlü bir siyasi liderliğin, yani kendisinin kurtarabileceğine inandırmak istiyor."

"AKP'nin sonu ANAP gibi olabilir"

Alman uzmanlar, 16'ncı yılını geride bırakan AKP'nin geleceği açısından 2019'da planlanan seçimlerin belirleyici olacağı konusunda hemfikir. Kurulduğunda Anavatan Partisi (ANAP), Adalet Partisi gibi partilerden isimlere de yer veren AKP'nin demokrat, çoğulcu yapısından geriye bir şey kalmadığını savunan Steinbach, "Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi daha liberal güçler bir kenara itildi. AKP'nin geleceği artık Erdoğan'ın geleceğine bağlı ve bu özellikle de 2019 seçimlerinde belli olacak. Seçmen, Erdoğan'ın 'Yeni Türkiye' konseptine sırtını dönerse; o zaman AKP, ANAP'a benzer bir şekilde çökecektir. ANAP, kurucusu Turgut Özal'ın ölümüyle birlikte artık neredeyse bitmiş durumdaydı. Erdoğansız AKP'de de benzerinin olacağını düşünüyorum."

©Deutsche Welle Türkçe

Beklan Kulaksızoğlu

 

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik

Bu konuda daha fazla içerik

Daha fazla içerik göster