1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Almanya-Türkiye ilişkilerinde Friedrich Merz dönemi

Değer Akal
7 Mayıs 2025

Almanya'nın yeni Başbakanı Friedrich Merz Türkiye ile ilişkilerde değerler ve jeopolitik çıkarlar arasında hassas bir denge sağlayabilecek mi? Gittikçe otoriterleşen Erdoğan ile nasıl bir ilişki inşa etmeye çalışacak?

Berlin | Internationale Tourismus-Börse Berlin
Fotoğraf: Michael Kappeler/dpa/picture alliance

Almanya'nın yeni başbakanı Friedrich Merz'in ikinci tur oylamada seçildikten sonra yemin ederek göreve başlamasıyla birlikte Almanya-Türkiye ilişkilerinde de yeni bir dönem başlıyor.

İlk yurtdışı ziyaretlerini Fransa ve Polonya'ya yapacak olan Merz'in 15-16 Mayıs tarihlerinde Arnavutluk ev sahipliğinde düzenlenecek Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesi'ne katılması öngörülüyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu zirveye katılıp katılmayacağı henüz açıklanmadı. Katılması halinde bu zirve ilk Merz-Erdoğan buluşmasına sahne olabilir.

Türkiye stratejisinde "pragmatizm ve zorunluluk" öne çıkıyor

Başbakan Friedrich Merz'in, Sosyal Demokrat Olaf Scholz'tan devraldığı Türkiye dosyası, hem ikili ilişkilerde hem de uluslararası düzeyde karmaşık ve çözüm bekleyen birçok konuyu barındırıyor.

Merz, yeni dönemde savunduğu değerler ile stratejik çıkarlar arasında zorlu tercihler yapmak zorunda kalacak.

Tıpkı selefi Scholz gibi, her ne kadar Erdoğan'ın otoriter ve anti-demokratik adımlarından rahatsızlık duysa da onunla "pragmatizm ve zorunluluğa" dayalı bir işbirliği geliştirmeye çalışacak.

Merz'in, Türkiye'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun hapsedilmesiyle tırmanan iç siyasi gerilimler konusunda takındığı tutum, izlemesi muhtemel strateji hakkında önemli ipuçları veriyor.

Scholz'un izinden mi gidecek?

Friedrich Merz, bugüne kadar İmamoğlu'nun hapsedilmesi konusunda tek bir açıklama yapmadı. Türkiye'de muhalefetin cumhurbaşkanı adayı ve Erdoğan'ın en güçlü rakibi Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasıyla başlayan protesto gösterilerinin AKP iktidarı tarafından bastırılması, demokratik haklarını kullanarak sokaklara çıkan öğrencilerin, gençlerin tutuklanması hakkında da tek bir kelime etmedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve başbakanlık görevini devreden Olaf Scholz 2023'te Berlin'de gerçekleşen görüşme sonrası basın toplantısı düzenliyor Fotoğraf: Tobias Schwarz/AFP/Getty Images

Merz'in adeta sessizliğe gömülmesi, Alman basınında da dikkat çekti. Bazı yorum sütunlarında Merz'in Türkiye konusundaki suskunluğu "iç politika saikleriyle takınılan tutum" olarak yorumlandı. Alman seçmenlerin düzensiz göçün sınırlandırılmasını istediği, Merz'in de bunu sağlamak adına Türkiye demokrasisi ile dayanışma sergilemekten feragat ettiği iddia edildi.

Merz'in, başbakanlığı boyunca Erdoğan'ı kamuoyu önünde eleştirilerle hedef almaktan kaçınan, görüş ayrılıklarını kapalı kapılar ardında konuşup Türkiye ile işbirliği alanlarını genişletmeye çalışan Scholz'un çizgisini izlemesi bekleniyor. Bu strateji, Almanya'nın stratejik çıkarlarının bir gereği olarak ifade ediliyor.

Merz'i zor tercihlere zorlayan ikilemler

Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partileri ile Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) oluşturduğu koalisyon hükümetinin performansı, sadece Almanya'nın değil, aynı zamanda Avrupa Birliği'nin (AB) geleceği için de önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor.

Almanya'da koalisyon hükümetinin başarısız olması, ekonominin darboğazdan çıkartılmaması ve düzensiz göçün sınırlandırılmaması durumunda aşırı sağcı Almanya için Alternatifi'in (AfD) daha da güçlenmesinden, bir sonraki seçimlerden birinci parti çıkmasından endişe ediliyor.

23 Şubat'taki erken seçimler için yürüttüğü kampanyasında Almanya'yı AB'den ve Euro Bölgesi'nden çıkarmayı vadeden aşırı sağcı AfD, son seçim anketlerinde birinci partiliğe kadar yükselmiş görünüyor.

Almanya AB'nin lokomotif ülkesi. Ve AfD'nin yükselişi, AB'de özgürlükçü çoğulcu demokrasinin en önemli kalelerinden birinin yıkılması tehlikesini beraberinde getiriyor.

AfD'nin geçen hafta Alman iç istihbarat teşkilatı BfV tarafından "aşırı sağcı" olarak sınıflandırılması, siyaset sahnesinde partinin yasaklanması tartışmalarını alevlendirdi.

Ancak Merz hükümetinin öncelikli hedefi, AfD'yi yasaklarla değil icraatlarla zayıflatmak. Bunu yaparken de ana muhalefet olan AfD'nin eline aşırı sağcı ve popülist siyasi söylemlerini güçlendirecek kozlar vermemeyi önceliklendiriyor. Bu nedenle Başbakan Merz'in Avrupa'ya göçün sınırlandırılmasında önemli bir konuma ve ağırlığa sahip Türkiye'ye "çetin ama zorunlu muhatap" olarak görülen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a ihtiyacı var.

Almanya'nın yeni Başbakanı Friedrich Merz Fotoğraf: Annegret Hilse/REUTERS

Erdoğan'ın mültecileri araçsallaştırma politikaları, özellikle 2020 yılında "kapıları açtık" söylemi ile AB sınırlarına yeni bir göç akınını başlatması, Avrupa kamuoyularında göç ve aynı zamanda Türkiye karşıtlığının tırmanmasına yol açan sebepler arasında sıralanırken bunun aynı zamanda Avrupa'da AfD gibi aşırı sağcı siyasi hareketlerin güçlenmesine de yol açtığı belirtiliyor.

Bu nedenle yeni Alman hükümetinin en önemli öncelikleri arasında Türkiye ile yeni mülteci akınlarını tetikleyebilecek gerilimlerden kaçınmak, düzensiz göçün önlenmesine dönük işbirliğini sürdürmek yer alıyor.

Türkiye'nin jeostratejik önemi göz ardı edilemiyor

Merz hükümetinin önümüzdeki dört yıla ilişkin yol haritasını temsil eden koalisyon sözleşmesinde Türkiye'nin Almanya için stratejik önem taşıdığına vurgu yapılıyor.

Pazartesi günü koalisyon ortakları tarafından imzalanan sözleşmede Türkiye ile ilişkiler hakkında şu ifadeler yer alıyor:

"NATO'da önemli bir stratejik ortak, AB'nin komşusu ve Ortadoğu'da nüfuz sahibi bir aktör olan Türkiye ile güvenlik politikasından göçe kadar uzanan konulardaki jeopolitik sınamaların birlikte üstesinden gelmek istiyoruz. Demokratik, hukukun üstünlüğü ve insan hakları durumunun köklü bir şekilde iyileştirilmesi bizim için merkezi önemde bir konudur."

AB alt başlığı altında ise "Türkiye özel bir stratejik öneme sahiptir. Türkiye'nin AB'nin değerler sisteminden giderek uzaklaşmasından üzüntü duyuyoruz" ifadelerine yer vermekle yetiniliyor.

Özetle Türkiye'de demokrasi "merkezi öneme sahip" ama AB'ye tam üyelik hedefi üzerine inşa edilen ilişkilerden farklı olarak, jeopolitik sınamalara karşı birlikte hareket etmeye dönük işbirliği için artık bir ön koşul değil.

Bunun nedenini bir CDU'lu siyasetçi DW Türkçe'ye şu ifadelerle aktarıyor:

"Gayet tabii ki Avrupa sınırlarında hasmane tutum sergileyen ya da Avrupa'ya hasmane tutum sergileyenlerle birlikte hareket eden bir Türkiye değil, stratejik alanlarda işbirliği yaptığımız, ortağımız olan bir Türkiye istiyoruz."

Küresel güç dengelerdeki değişim Türkiye'nin önemini artırıyor

Donald Trump'ın ikinci başkanlık dönemiyle birlikte ABD'nin Avrupa'nın güvenliğinin ana omurgasını oluşturan güvenlik taahhütleri darbe almış durumda.

Trump'ın Danimarka ve Kanada gibi NATO müttefiklerini işgal etme imasında bulunması, AB'nin "ABD'yi mahvetmek için kurulduğunu" iddia edip Avrupa'dan Amerikan askeri varlığını çekmeyi gündemine alması ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e övgüler yağdırarak Moskova ile ilişkilerini normalleştirmeye dönük adımlar atması, transatlantik ilişkilerde derin bir güven bunalımına yol açtı.

Merz hükümetinin en önemli önceliklerinin başında Avrupa'nın kendi savunmasını güçlendirmek, askeri yetkinliklerini hızla artırmak yer alıyor ve bu hedefin Türkiye ile stratejik işbirliğini zorunlu kıldığı belirtiliyor.

Türkiye'nin NATO'nun en büyük ikinci ordusuna sahip olduğuna, savunma sanayisinin güçlendiğine dikkat çeken Alman savunma uzmanları, Türkiye'nin coğrafi konumunun jeostratejik açıdan büyük önem taşıdığına, Ankara'nın aynı zamanda hem Ukrayna hem de Ortadoğu'daki gelişmeleri etkileyebilecek bir ağırlığa sahip olduğuna vurgu yapıyor.

Merz, Suriye'de Esad rejiminin Aralık 2024'te devrilmesi sonrasında Türkiye'nin bölgede rolünün daha da arttığına dikkat çekerek Avrupa ülkelerine Ankara ile işbirliğini artırma çağrısı yapmıştı.

Güvenlik mimarisini yeniden şekillendirmek için düğmeye basan, ABD'ye olan bağımlılığını azaltmayı hedefleyen Almanya'nın Türkiye ile savunma sanayi alandaki işbirliğini derinleştirme arayışı da arttı.

Savunma işbirliğinde yeni dönem mi başlıyor?

Merz'in Türkiye'ye Eurofighter savaş uçaklarının satışında nasıl bir tutum takınacağı büyük merak uyandırıyor. İngiltere öncülüğünde Ankara ile yürütülen pazarlıklarda son aşamaya gelindiği belirtiliyor.

Berlin'de eğilim, Ankara'ya talep ettiği 40 Eurofighter savaş uçaklarının satılması yönünde. Bunun Türkiye ile Avrupa arasında savunma alanındaki işbirliğinin ileriye taşınması yönünde önemli bir adım olabileceği belirtiliyor.

Türkiye'nin Eurofighter'ları alması demek, Amerikan savaş uçakları ve sistemlerini kullanan Türk hava kuvvetlerinin ABD'ye bağımlılığının azalması demek.

Eurofighter tipi savaş uçağıFotoğraf: Uwe Koch/HMB Media/IMAGO

Hatta DW Türkçe'ye konuşan Alman savunma uzmanları bunun Türk hava kuvvetleri için "devrim niteliğinde" bir açılım olacağını ve aslında Trump yönetiminin bundan rahatsız olduğunu, Washington'un Avrupa ile Türkiye arasındaki bu yakınlaşmayı sekteye uğratabileceğini söylüyor.

Washington'un çok sayıda ülkenin ABD'den F-35 satın almaktan vazgeçtiği bir dönemde Erdoğan ile S-400 gerilimini çözüme kavuşturup, F-35 satın alması için Ankara üzerindeki baskısını artırabileceği dile getiriliyor.

Almanya, uzun yıllar boyunca Türkiye'ye silah ihracatında ağırlıklı olarak kısıtlayıcı stratejiler izliyordu.

Scholz hükümeti geçen Ekim itibariyle bu tutumunu esnetmeye başladı. Türkiye'ye, NATO kapsamında da görevler icra edebilecek Türk denizaltılarının ihtiyacı olan teknik malzeme ve silahların satışına onay veren Scholz, daha sonra da Eurofighter savaş uçakları satışı için de Ankara ile İngiltere öncülüğünde yürütülen müzakerelere yeşil ışık yaktığını duyurmuştu.

Yeni Alman hükümetinin koalisyon sözleşmesinde bu esnekliğin süreceğine dair ipuçları yer alıyor. Almanya'nın silah ihracatının çıkarlarıyla daha uyumlu hale getirileceğine ve savunma ihracatı için gerekli izinlerin daha hızlı ve daha koordineli bir şekilde incelenmesi hedefine vurgu yapılan sözleşmede, "Silah ihracatımızı daha güçlü bir şekilde dış politika, ekonomi ve güvenlik politikası ile uyumlu hale getireceğiz. Stratejik yönelimi olan, Alman güvenlik ve savunma sanayisine, yabancı partnerlerine ve müşterilerine güven tesis edecek bir silah ihracat politikası istiyoruz" ifadelerine yer verildi.

Alman yetkililer, bunun Türkiye ile savunma alanında işbirliğini güçlendirmek için fırsatlar yaratabileceğine dikkat çekiyor.

Türkiye'de artan iç siyasi baskı işbirliğini çıkmaza sokabilir

Ama koalisyon sözleşmesinde bu işbirliğini çıkmaza sokabilecek bir diğer önemli noktaya daha vurgu yapılıyor. Sözleşmede, "Silahların ülke içinde baskı amacıyla ya da uluslararası hukuku ihlal edecek şekilde kullanılacağına dair somut bir risk söz konusu olduğu durumlarda silah ihracatını temelden reddediyoruz" deniliyor.

Almanya, Türkiye'nin 2015'de Güneydoğu illerinde başlattığı "hendek operasyonları" ve 2016 yılındaki 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye'ye silah satışlarını büyük ölçüde sınırlandırmış, Ankara'nın 2019 yılında Suriye'nin kuzeyine başlattığı askeri harekatlar sonrasında da artık silah satışlarını neredeyse tamamen durdurmuştu.

Alman yetkililer, Merz hükümetinin Scholz'un Türkiye'ye silah ihracatında başlattığı esnekliği sürdürmek ve savunma sanayi alanındaki ikili işbirliğini güçlendirmek istese de, AKP hükümetinin önümüzdeki dönemde iç siyaset takınacağı tutumun göz ardı edilemeyeceğini söylüyor.

Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için başlatılan sürecin umut verici olduğuna ama Ekrem İmamoğlu'nun hapsedilmesiyle muhalefete artan baskıların kaygıların artmasına yol açtığına dikkat çekiliyor.

Erdoğan'ın önümüzdeki süreçte atacağı adımların yakından izleneceği, muhalefeti bastırmak için sert güç kullanması halinde silah ihracatında yeni bir "fiili ambargo" dönemine girilebileceği belirtiliyor.

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim?