1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Kayyum operasyonuyla Kürtlere ne mesaj verilmek isteniyor?"

20 Ağustos 2019

Ankara, son yıllarda demokratik zeminde güçlenen Kürtlerin iradesini “kayyum”lara devrederek oldukça tehlikeli bir adım atıyor. Kürtlerin, sandıktan değil de dağdan medet umması mı isteniyor? Bülent Mumay’ın analizi...

Fotoğraf: DW/Fatih Pınar

Türkiye’yi yönetenlerin, Kürt sorununun çözümünde aynı yöntemlerle farklı sonuçlar alabileceklerini düşünme gelenekleri devam ediyor. Kenan Evren’den Tansu Çiller’e, Necmettin Erbakan’dan Recep Tayyip Erdoğan’a kadar birçok lider, “mucize formül”e sımsıkı sarıldı. Terörle mücadele ederken Kürtlerin siyasetteki temsilcilerine savaş açmanın, yangını söndürebileceğini düşündüler. (Sapanca-Hendek-Düzce “üçgen”inde Kürt işadamlarının ortadan kaldırılmasıyla da PKK’ya finansmanın kesileceği sanılıyordu ya, bu bahse şimdilik hiç girmeyelim.)

1991’de Leyla Zana’nın Kürtçe yemin etmesinden sonra sivil polisler Kürt milletvekillerini Meclis’in kapısında gözaltına aldı. Orhan Doğanların, Hatip Diclelerin hapse atılmasıyla “bölücü”lerin kökünün kazındığı müjdeleniyordu. AKP’nin Gülencilere ihale ettiği KCK operasyonlarıyla da “PKK’nın sivil alandaki örgütünün” çökertildiği ilan ediliyordu. “Seni başkan yaptırmayacağız” dediği için Selahattin Demirtaş’ı hapse tıkmanın, HDP’yi baraj altında bırakacağını sandılar. 

Yukarıdaki adımlardan hiçbiri, ne PKK’yı ne de Kürt siyasi hareketini bitirdi… Kürt sorununu merkeze alan partiler, her operasyondan sonra daha da büyüyerek ülkenin kaderini değiştirecek öneme kavuştular. 90’larda başka partilerin listelerinden ya da bağımsız aday olarak meclise zar zor girenler, bugün barajı rahatlıkla geçerek Meclis’te grup oluşturabiliyorlar. Öfkelendikçe dövdüğümüz, dayak yedikçe büyüyen bir hareketten söz ediyorum. Öyle ki Türkiye’nin aşırı milliyetçi partisi MHP’yi geride bırakarak Meclis’in 3. büyük partisi olmayı başarıyorlar. Özellikle son yerel seçimlerde, Batı’da AKP karşısındaki adaylara destek vererek Erdoğan’a tarihinin en büyük yenilgilerinden birini yaşattılar.

Gazeteci Bülent MumayFotoğraf: privat

Ankara sabote ediyor

Şiddet ile arasına mesafe koyamayanların da üyesi olduğu, ancak son dönemde dümeni sivil siyasete doğru açıkça kıran HDP’nin “Türkiye partisi” olma yolculuğu, Ankara tarafından bir kez daha sabote edildi. Hafta başında Diyarbakır, Van ve Mardin’in HDP’li belediye başkanları, seçilmelerinin üzerinden henüz 5 ay geçmesine rağmen görevden alındı. Haklarında hiçbir yargı kararı olmayan HDP’liler, masa başında açılmış 22 soruşturma nedeniyle rekor oyla seçildikleri makamlarını bırakmak zorunda kaldı.

Soruşturmaların bir kısmı idari, bir kısmı ise adli. İdari soruşturmaların, Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı tarafından yürütüldüğünü söylersek, iddiaların ne kadar gerçekçi olduğu daha kolay anlaşılır. Göbekten Saray’a bağlı yargının açtığı soruşturmaların hiçbirinin de iddianameye dönüşmediği, başkanlar hakkında mahkemelerin aldığı herhangi bir ceza kararı olmadığının da altını çizmekte fayda var.

Her üç belediye başkanı hakkındaki suçlamalar kabaca aynı. Terör örgütüne destek vermek, kamu kaynaklarını teröre aktarmak ve türevleri… Diyarbakır’da Adnan Selçuk Mızraklı, Van’da ise Bedia Özgökçe Ertan bu 31 Mart seçimlerinde ilk kez belediye başkanı olmuşlardı. Dolayısıyla bu suçlamalara ilk kez maruz kaldılar. Ancak isnat edilen suçlamalardan hiçbiri, Mardin’in görevden alınan belediye başkanı Ahmet Türk için yabancı değil.

Üç yılda ne değişti?

Deneyimli siyasetçi Ahmet Türk, geçen dönem yine Mardin’i yönetirken benzer iddialarla görevden alınmıştı. 17 Kasım 2016’da koltuğu gasp edilen Türk’ün, neden görevden alındığını, hükümetin resmi bülteni gibi yayın yapan Sabah’ın 18 Kasım nüshasından hep birlikte okuyalım: “Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak; silahlı terör örgütüne para temin etmek ve üye olmak; görevini kötüye kullanmak; Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti’ni, TBMM’yi alenen aşağılamak...” 

18 Kasım 2016 tarihli Sabah gazetesiFotoğraf: Sabah

Bu suçlamalarla 5 yıllık görev süresinin ancak yarısını koltuğunda geçirebildi. Peki, sonra ne oldu dersiniz? Terör örgütüne para aktarmak, devletin birliğini bozmak gibi “deve dişi” niteliğindeki suçlamalardan ne çıktı? Koca bir hiçbir şey… Devletimiz bunu açıklamadı elbette. Soruşturmaların takipsizlikle sonuçlandığını, Ahmet Türk’e isnat edilen suçlamaların boşa düştüğünü nereden anladık? 31 Mart’tan hemen önce… Yeniden adaylık başvurusu yapan Türk, bu iddiaların hiçbirinden suçlu bulunmadığı için HDP’nin yeniden Mardin Belediye Başkan adayı oldu. AKP’yi sandıkta açık farkla yenince de, yine yargının bir organı olan YSK’dan mazbatasını alarak görevine başladı.

Bir önceki soruşturmada, Ahmet Türk’ün PKK’ya kaynak aktardığı gibi iddiaları kanıtlayamayanlar, aynı suçlamayla farklı bir sonuç elde edemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Ancak halkın iradesini gasp etmekten yine de imtina etmiyorlar. Halkın iradesine yapılan bu müdahaleler, Kürt sorununun çözümünde siyasette ısrar edenlere zarar vermekten başka işe yaramıyor. Kürtler, birçoklarının “önder” saydığı Öcalan’a rağmen büyük şehirlerde tarafsız kalmadı, AKP karşısındaki adaylara oy verdi. Selahattin Demirtaş başta olmak üzere HDP’nin ileri gelenleri, ilk kez açık biçimde İmralı ile ters düştüler. Son operasyonları yapanlar; Kürtlerin sandığa küserek çareyi dağda aramalarını mı istiyor? Belediyelere kayyum operasyonunun gerçek sebebi, ne yazık ki bu tehlikeli sorunun yanıtında yatıyor…

Bülent Mumay

©Deutsche Welle Türkçe

 

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik