1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Avrupa yol ayrımında

15 Mayıs 2019

Daha fazla milliyetçilik mi daha fazla entegrasyon mu? Mayıs sonundaki Avrupa Parlamentosu seçimleri, sağ popülizmin yükselişine sahne olan Avrupa'nın kaderini belirleyecek. DW Brüksel muhabiri Bernd Riegert'in haberi.

Stimmzettel Wahl Wahlen Europawahl
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/N. Försterling

"26 Mayıs'ta bizi kıtamız için bir kader seçimi bekliyor.” Avrupa Parlamentosu (AP) Hristiyan Demokratların Grup Başkanı ve merkez sağ Avrupa Halk Partisi'nin liste başı adayı Manfred Weber, meclisin geçen haftaki oturumunda bu sözleri sarf etti. Avrupa'nın günler sonra "kader seçimini” yapacak olduğunu söyleyen sadece Weber değil. Çeşitli siyasi akım ve partilerin mensubu siyasetçiler, seçim arefesinde aynı ifadeyi kullanıyor.

Mayıs sonundaki seçim, AB (Avrupa Birliği) Komisyonu Başkanlığı'nı elde etmeyi hedefleyen Hristiyan demokratların gözünde, Avrupa taraftarları ile milliyetçiler arasında ikili bir mücadeleden ibaret. Weber, "İçinde yaşadığımız bugünkü Avrupa, iyi bir Avrupa. Bu Avrupa'yı milliyetçilerin bozmasına müsaade etmeyeceğiz” demişti. Bugüne kadar yapılan seçimlerin hiçbirinde, AB üyesi ülkelerde bu kadar sağ popülist ve Avrupa karşıtı aday mevcut olmamıştı. Son yıllarda birçok Avrupa ülkesinin siyaset sahnesinde sağ popülizmin müthiş bir yükseliş kaydettiği açıkça görülüyor. Kamuoyu yoklamaları, sağ popülistlerin AP'deki koltukların yüzde 20'ye yakınını elde edebileceğini gösteriyor.

Beş yılda bir yapılan AP seçimleri, eşzamanlı olarak tüm AB üyesi ülkelerde yapılıyor. Seçimlerde tüm reşit AB vatandaşları oy kullanabiliyor. AB'nin tek doğrudan seçilen organı olan AP, Avrupa çapında geçerli olan yasaları ve AB'nin bütçesi konusunda karar alıyor. AB Komisyonu Başkanı da AP tarafından seçiliyor. Parlamentoda, 751 koltuk ve 8 meclis grubu bulunuyor.

Avrupa Halk Partisi'nin liste başı adayı Manfred Weber ve Sosyalistlerin liste başı adayı Frans Timmermans Fotoğraf: picture-alliance/dpa/Bildfunk/R. Vennenbernd

Orban'ın Avrupası mı, Macron'unki mi?

Macaristan'ın milliyetçi-muhafazakar Başbakanı Viktor Orban için bu seçim, kendisinin temsil ettiği otoriter demokrasi ile liberal demokrasi arasında bir tercih anlamını taşıyor. Alman, Fransız, Danimarkalı ve İtalyan sağcılarla ittifak kuran Macar Başbakan, liberal demokratların Avrupa'nın nüfusunu "değiştirme” ve göçmenler vasıtasıyla "İslamlaştırma” amacı güttüğünü savunuyor.

Orban, Macaristan'ın ulusal bayramında yaptığı açıklamada, "Avrupa'nın tarihi bir dönüm noktasında bulunduğunu idrak etmek zorundayız” demişti. Orban, göçmenler ve mültecileri kucaklayanların, "melez ırklardan oluşan milletler yaratacağını” ve "bu tür ülkelerde tarihi geleneklerin sona erdiğini ve yeni bir dünya düzeni oluştuğunu” söylemişti.

İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini ile Avusturya Başbakan Yardımcısı ve aşırı sağcı Avusturya Özgürlükçü Partisi'nin (FPÖ) lideri Hans-Christian Strache, Orban ile benzer görüşleri paylaşıyor. Bu kişilerin ortak bir düşmanı var: Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron. "Liberal olmayan demokrasiye” savaş ilan eden Macron, Avrupa'nın, dayanışmanın ve empatinin "yeniden doğuşunu” istiyor.

Büyük reform önerileri olan Macron için de önümüzdeki Avrupa seçimleri bir kader seçimi. Macron yaklaşık dört hafta önce, "Bu seçimler kapsamındaki en önemli mücadele, Avrupa'ya inananlarla inanmayanlar arasındaki mücadele” açıklamasında bulunmuştu.

Mesele sadece göç değil

İstihdam, göç, iklim koruma, ticaret politikası ve Avrupa'nın küresel rolü… Tüm bunlar gelecek yıllarda AB'nin gündemini meşgul edecek konuların başını çekiyor. Bu noktada Avrupa yanlısı partiler hemfikir olsa da, Hristiyan demokratların adayı Weber ile Sosyalistlerin adayı Hollandalı siyasetçi Frans Timmermans arasında fikir ayrılığı pek yok. Her iki aday da Afrika ile yeni bir işbirliği ve mültecilerin geldiği ülkelere daha fazla yatırım yapılmasını istiyor.

Sağ popülistler içinse sorunun çözümü farklı: Macar Dışişleri Bakanı Peter Szijjarty mesela "izole et, çit çek ve göçmenleri mümkün olduğunda dışarıda tut” görüşünde. "Bizim için göç karşıtı çoğunluk en önemli amaç. Macaristan da buna katkı sağlayacak” diyor.

İtalya Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Salvini ve Macaristan Başbakanı OrbanFotoğraf: Reuters/B. Szabo

Sağ popülistler seçmenlere bütünüyle farklı bir AB vaat ediyor: Ulus devletlerin güya kaybettikleri haklara yeniden kavuştukları ve Brüksel'e verilen yetkilerin geri alındığı bir Avrupa. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı ve sosyalistlerin liste başı adayı Timmermans, bu görüşte değil. Almanya'da katıldığı televizyon programında Timmermans, "Avrupa'da iktidarı aşırıcılara vermeyeceğiz. Bu bir kader seçimi. Bu sizin seçiminiz. Gelecek beş yılda nasıl bir Avrupamız olacağına siz karar vereceksiniz” demişti.

"AB'nin direnci yüksek"

Avrupa uzmanı Janis Emmanouilidis'e göre, oluşacak yeni parlamentoda, Hristiyan demokratlar, sosyal demokratlar, liberaller ve yeşiller büyük bir koalisyon kurarak işbirliği yapmak durumunda. Brüksel merkezli Avrupa Siyaset Merkezi'nde (EPC) görev yapan Emmanouilidis, hemen seçimin ertesi günü AB'nin topyekün bir dönüşüm yaşamasının sözkonusu olmadığının altını çiziyor ve şunları söylüyor: "AB'nin düşmanlar tarafından ele geçirilmesine tanıklık etmeyeceğiz. Buna eleştirel bakılmalı, evet, ama olay abartılmamalı ve bu kadar negatif olunmamalı. AB geçtiğimiz yıllarda da büyük direnç gösterdi. Bu, gelecekte de böyle olacak.”

Borç ve göç krizinin ardından ABD, Rusya ve Çin'le ilişkilerin yanı sıra ekonomik krizin de yeni parlamentonun en önemli gündem maddelerinden olacağını söyleyen Emmanouilidis, Avrupa'nın bu noktada da önemli bir tercih yapması gerektiğini belirtiyor. Emmanouilidis, "Yeni krizler olacak. Bu krizlerin mevcut sorunlardan mı çıkacağı yoksa yeni sorunlar mı oluşacağını bugün bilmiyoruz. Fırtınaları atlatmak için hazırlık yapmamız gerekiyor” diyor.

AB araştırmacısı Karel Lannoo ise, AB'nin, seçimlerden sonra öncelikli olarak ekonomik kalkınmaya ve zengin kuzey ile görece yoksul güney arasındaki denkliğe odaklanması gerektiği görüşünde. Brüksel merkezli Avrupa Siyaseti Çalışmaları Merkezi'nde görev yapan Lannoo, özellikle de yoksul ülkelerde gözlemlenen sağ popülizm probleminin yalnızca bu şekilde çözüleceğini vurguluyor. "Daha fazla entegrasyon” isteyen Lannoo, "En önemlisi, Avrupa iç pazarını daha da güçlendirmek ve Avrupa dışındaki pazarlık kabiliyetini yükseltmek. İçeride daha fazla enerji politikası, dijital ekonomi ve serbest dolaşım konuşmamız gerekiyor. Dışarıda ise, Trump ABD Başkanı olduğu sürece, serbest ticaret saldırılara maruz kalacak. Daha fazla gümrük vergisi gündeme gelmesi olası” diyor.

AB Komisyonu Sözcüsü Margaritis SchinasFotoğraf: Imago

"Biz hep yol ayrımındayız"

Kader anı, ölüm kalım meselesi, dönüm noktası, son şans… 23-26 Mayıs arasındaki seçimler için kullanılan betimlemeler, aslında biraz abartılı. Avrupa Komisyonu Sözcüsü Margaritis Schinas'a göre bu seçimlerin Avrupa için çok önemli olduğu açık olsa da, abartıdan kaçınılması gerekiyor. Schinas, "Ben uzun yıllardır Avrupa'da politika yapıyorum. Bugüne kadar Avrupa'nın yol ayrımında olduğunun söylenmediği herhangi bir seçim hatırlamıyorum. Biz aslında sürekli bu yol ayrımındayız ve bu iyi bir şey” diyor.

Schinas sözlerini şöyle sürdürüyor: "AP seçimlerine bu kadar dramatik bir biçimde girmemeliyiz. Avrupa demokrasisi çağında yaşıyoruz ve bunun bir şekilde tadını çıkarmamız gerekiyor.”

Bernd Riegert, BÜ,GA

© Deutsche Welle Türkçe

 

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik