1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Korkutan sorular

Türkei Banu Güven
Banu Güven
29 Eylül 2018

Erdoğan'ın Merkel'le buluşmasını değerlendiren gazeteci Banu Güven, otoriter liderlerin basın toplantılarından korkusunu ve Almanya’nın Türkiye hassasiyetini DW Türkçe’de yazdı.

Korkutan sorular

00:22

This browser does not support the video element.

Fotoğraf: Tugce Simsek

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Almanya ziyareti hem Federal Meclis'te hem de Almanya medyasında çok tartışılan, fikir ayrılıklarına yol açan bir konu oldu. Birçok yorumcu ve siyasetçi, bu ziyaretin insan hakları sicili gittikçe kararan bir yönetime maddi ve manevi destek anlamına geleceğini söyleyerek karşı çıktı. Buna karşılık, Yeşiller/Birlik 90'ın eski Eş Başkanı Cem Özdemir gibi, Erdoğan'ı ve rejimini sert bir üslupla eleştiren bazı isimler ise Almanya'da ağırlanmasının onu değil, Türkiye halkını onore edileceği görüşünü dile getirdiler.

Bu ziyarete hazırlanmak Almanya ile tırmandırdığı bunca gerginliğin ardından Erdoğan için de kolay değildi herhalde. İşin ucunda ekonomiyi rahatlatabilecek bazı ticari anlaşma imkanları olduğu için ziyaretin itibar ve karizma açısından var olan risklerini elemeye çalıştı.

Devlet ve hükümet başkanları genelde bu ziyaretlerde sorumlu oldukları hak ihlallerini yüzlerine vuran protestoculardan korunur. Yani onlarla doğrudan yüz yüze gelmelerine izin verilmez. Ama bu gazeteciler için geçerli değildir tabii. Bu sorunları gündeme getirmek gazetecilerin işidir. Demokratik ülkelerde gazeteciler o soruları sordukları ya da hakikati ortaya koydukları için ömür boyu hapis cezalarıyla ya da aile boyu yaptırımlarla tehdit edilmezler.  En basitinden, "resmi” basın kartları yok diye, basın toplantılarından ya da gezilerden men edilmezler. Zaten basın kartlarını da devlet vermez onların.

"Gazetecilik bir devletin himayesinde değildir"

Gazetecilik herhangi bir devletin himayesi altında yapılan bir meslek de değildir. Gazetecinin himayesi altına girebileceği tek güç, basın özgürlüğü ilkeleridir. Demokratik ülkelerde yönetimler, sırf özgür bir çalışma ortamı ve can güvenliği sağladıkları için, o gazetecinin kendilerine kul ya da köle olmasını beklemezler. Bazılarının en amiyane şekilde hayal ve ifade ettiği şekliyle Almanya'da hiçbir gazeteci cumhurbaşkanının kucağına oturmak mecburiyetinde değildir.

Hukukun üstünlüğünü hiçe sayan hükümetlerin temsilcileri, marifetlerine payanda olmayan ülkelerde ve ortamlarda yapılan basın toplantılarından korkarlar. Güvenli alanlarını terketmişlerdir çünkü. Sınırları içinde karşılaşmayacaklarından emin oldukları sorular, oralarda pat diye karşılarına çıkıverir. Yalanları sırıtır.

Bu yüzden Can Dündar'ın Merkel-Erdoğan basın toplantısına katılıp soru sorma girişimi ufak çaplı bir krize dönüştü. Türk tarafı hafta başında verdiği uzunca bir iade talebi listesine Can Dündar'ın da adını koyarak Almanya'yı zora soktu. Can Dündar bu basın toplantısı öncesinde Özgürüz.org'da yaptığı kısa açıklamada, bu konuda bütün gece süren diplomasi trafiğinin bir işe yaramadığını, Erdoğan'ın basın toplantısını boykot etmekte kararlı olduğunu anlattı. Can Dündar bir gazeteci olarak diplomatik bir kriz haberinin öznesi olmak istemediğini söyledi ve basın toplantısına katılmak konusundaki ısrarından vazgeçti.

Basın toplantısında ise yine aynı şeyleri duyduk. Sorulardan kaçma teşebbüsünün beraberinde yeni sorular getirdiği tecrübeyle sabit. Malum sorular Cumhurbaşkanı'nın peşini bırakmadı, ama soruların oturtulduğu çerçeve eksik kaldı. Sonuçta, her zaman bildiğimiz cevapları duyduk. Hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı evrensel değilmiş gibi, "Biz Almanya'nın hukuk sistemine karışamayız, Almanya da bizimkine karışamaz” cevabını bile duyduk.

Cumhurbaşkanı, Can Dündar'ı yine "ajan” olarak tanımladı ve ama hangi ülke hesabına çalışan bir ajan olduğu bilgisi yine eksik kaldı. "Aynı durumda bir Almanya vatandaşı benim ülkemde olsaydı ve Almanya iade talebinde bulunsaydı ‘BEN' geri verirdim” diye de ekledi. Almanya'da kimseyi ikna edemedi, ama olsun. Bu basın toplantısı da böylece atlatıldı. Merkel, demokratik bir toplumun gerekleri, basın özgürlüğü, genel olarak hukuk ve haklar konusundaki farklılıklarının altını çizdiği bu basın toplantısından sonra, Erdoğan ile el sıkıştı.

Türkiye ile ilişkiler

Almanya'da hükümet, bütün bu fikir ayrılıklarına ve kamuoyunu doğrudan etkileyen sorunlara rağmen Erdoğan'la ilişkileri koparmamaya siyaseten önem veriyor. Türkiye'de hukukun üstünlüğünün sağlayamadığını, siyaset ve ticaret sağlıyor çünkü. Cezaevlerinde koz olarak rehin tutulan Alman vatandaşlarının serbest kalması, bu ilişkiler olmasa mümkün olmayacaktı. Bunu herkes biliyor.

Dünyanın bugün ekseninde döndüğü sistem de ülkeleri birbirine göbeğinden bağlıyor. İki ülke ilişkilerindeki krizin en derin olduğu bir dönemde Türkiye'nin en büyük yenilenebilir enerji kaynağı ihalesini Alman Siemens'in ortak olduğu bir konsorsiyum kazanmıştı. O zaman gazeteci Deniz Yücel ve Meşale Tolu, hak savunucularına eğitim verirken Büyükada'da gözaltına alınıp tutuklanan Peter Steudtner henüz cezaevindeydi. Bir ara sınırlandırılan Hermes kredileri de bu isimlerin tahliyelerinin ardından yeniden serbest bırakıldı. İlişkilerle beraber Almanya için Türkiye'deki yatırım koşulları da normalleşti. Alman Der Spiegel dergisi geçtiğimiz haftalarda Türkiye'deki demiryollarının 35 milyar Avroluk modernizasyonunu yine Siemens'in başını çekeceği bir konsorsiyuma vereceğini yazdı.

Türkiye ekonomisinin verdiği alarmı en kuvvetli şekilde duyanlardan biri de yine Almanya. Türkiye'nin ekonomik olarak fırtınaya tutulması halinde Almanya da bu durumdan etkilenmekten endişe ediyor. 

Kısacası Almanya bütün sorunlara rağmen ilişkileri hem ekonomik nedenle, hem de siyaseten pazarlık imkanını kaybetmemek için iyileştirmek gayretinde. Bu nedenle Gülen Cemaati meselesine yaklaşımı konusunda Türkiye'den gelen telkinlere de açık. Merkel, cemaati araştırdıklarını ama terör örgütü olarak tanımlamak için ellerinde yeterince veri olmadığını söyledi basın toplantıda. Yine de Türkiye'nin verdiği iade listesi bu ilişkide zaman zaman belirleyici olacak.

Fotoğraf: Reuters/H. Hanschke

Almanya ile normalleşen ilişkiler ve işbirliği Türkiye'yi evrensel hukuk normlarına çekebilir mi peki? Türkiye bu ilişki uğruna siyasi ve keyfi tutuklamalardan, iddianame bile hazırlamadan insanları cezaevinde aylarca, hatta icabında bir yıl tutmaktan, kitaba ve vicdana sığmayan cezalara çarptırmaktan vazgeçer mi? Kaybedilen çocuklarının akıbetini öğrenmek için mücadele veren anaları şiddet kullanarak engellemek yerine onlar için adalet sağlar mı?

Keşke biri ona bu son soruyu, Berlin'de savaş ve diktatörlüklerin kurbanları anısına dikilen ve oğluna sarılmış bir anneyi betimleyen Pieta (Acı) heykelini ziyaret ederken sorabilseydi.

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe

Banu Güven Gazeteci ve TV moderatörü. Türkiye, Almanya ve dünyadaki gelişmeler üzerine yazılar kaleme alıyor.