1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Dış politikada Rusya etkisi

Soli Özel, Türkei EINSCHRÄNKUNG
Soli Özel
11 Nisan 2023

Soli Özel, 6 Şubat depremleri sonrasında dış politikada değişen söylemi ve seçimler öncesinde Rusya'nın Erdoğan'ı desteklemesinin mümkün olup olmadığını mercek altına aldı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (6 Mart 2020, Pekin)Fotoğraf: Sputnik/Xinhua/IMAGO

6 Şubat depremlerinin ardından Türkiye'nin dış politika söyleminde iç politikayla bağlantılı önemli bir değişiklik yaşandı. Depremden sonra İçişleri Bakanlığınca tüm dünyaya yapılan yardım çağrısına en başta Batılı ülkeler olmak üzere dünya son derece ciddi, cömert ve etkili cevap verdi. Kamuoyu indinde olumsuz imaja sahip Yunanistan, İsrail ve diplomatik ilişkilerin bile bulunmadığı Ermenistan'dan dahi yardım ekiplerinin gelmesi, ardından bu ülkelerin bakanlarının Türkiye'yi ziyaret etmeleri topluma depremin hemen öncesinde tahayyül dahi edilemeyecek bir tablo sundu. Bu temasların ve gelen yardım ekiplerinin yarattıkları iyi niyet Türkiye kamuoyuna, hep sanılanın ve siyasi aktörlerce biteviye tekrarlandığının aksine ülkenin yalnız olmadığını, tüm dünyanın ve özellikle Batı dünyasının "Türk düşmanı" olmadığını gösterdi.

Bu yeni durumun ve psikolojik değişikliğin önemli bir sonucu en azından bir müddet için Türkiye siyasetinde amansız bir Batı düşmanı söylemin yankı bulamayacak olmasıydı. Seçime giderken stratejisinin önemli bir unsuru olarak böyle bir söyleme yaslanacağı izlenimi veren iktidar, depremin ardından böyle bir imkândan mahrum kaldı denebilir. Özellikle Yunanistan ile ilişkilere, tıpkı 1999'da her iki ülkede yaşanan deprem felaketlerinin ardından yaşandığı gibi bir bahar havası hâkim olmaya başladı. Finlandiya'nın NATO üyeliğine nihayet yeşil ışık yakılırken, ABD başkentini ziyaret eden Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın da temaslarında ilişkileri iyileştirmeye yönelik yumuşak mesajlar verdiği sızan bilgilerden anlaşıldı. Gerçi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ana muhalefet partisi lideriyle görüşen ABD Büyükelçisi'ne yönelik ağır sözler kullandı ve kendisiyle bir daha görüşmeyeceğini söyledi ancak, iftar davetine icabet etmeyen Büyükelçi'nin ya da kamuoyunun bundan etkilendiğini söylemek de mümkün değil.

Esad, Erdoğan ile bir araya gelmedi

Batı karşıtlığı üzerinden kurgulanmış bir söylemin geçersiz kalması üzerine iktidarın bir dış politika başarısına duyduğu ihtiyaç da arttı. Suriye'nin kuzeyine yapılması an meselesi diye ilan edilen beşinci operasyonun Suriye rejimi ve ilgili diğer tüm tarafların itirazları nedeniyle gerçekleşememesi ve gerçekleşecek gibi de durmaması iktidarı kamuoyunu etkileyecek farklı bir simgesel gelişme bulmaya itti. Burada ön plana çıkan ve ısrarla peşinden koşulan hedef ise devrilmesi için iktidarın 2011'den beri elinden gelen gayreti gösterdiği, bu hedefe ulaşmak için cihatçı örgütlerin kolayca Türkiye topraklarını kullanmasını bile göze aldığı Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile bir zirve yapılmasıydı.

Böyle bir buluşma kamuoyunun zihnine "Suriyeliler gidecek" fikrini yerleştireceği için, şeytanlaştırılmış komşu Devlet Başkanı'yla buluşma fotoğrafının olumsuzluğunun aşılacağı düşünülüyordu. Bu doğrultuda Rusya Federasyonu'ndan da yardım istendi. Ancak, iktidarına yönelik isyanı çok kanlı şekilde bastırmayı İran, Hizbullah ve Rusya'nın desteğiyle başaran Esad, üzerindeki Kremlin baskısına rağmen Nuh deyip Peygamber demiyor ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir zirvede buluşmayı, Türk askerlerinin ülkesinin kuzeyinden tümüyle çekilmesine bağlıyordu.

Önceleri daha alt düzeyde üçlü buluşmalarla gelişecek bu süreç İran'ın da kendisini dahil ettirmesiyle dörtlü buluşmalara dönüştü. Ancak herhangi bir sonuç alınamadı. Rusya Federasyonu'nun Şam büyükelçisi Alexander Yefimov'un, dışişleri bakanları düzeyinde yapılacak dörtlü toplantının Mayıs ayına ertelendiğini açıklamasıyla, 14 Mayıs seçimlerinden önce bir Erdoğan-Esad zirvesinin mümkün olmayacağı da ortaya çıkmış oldu.

Putin, Erdoğan'ı destekler mi?

Batılı siyasetçilerin seçime müdahale anlamına gelecek herhangi bir hamle yapmayacakları da bilindiğinden geriye son koz olarak Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Türkiye'ye gelerek Akkuyu Nükleer Santralinin bir ünitesinin açılışında hazır bulunması kaldı. Rus tarafı böyle bir işe yanaşmaya istekli gözükmedi. Ancak dijital ortamdan böyle bir törene katılma ihtimalinin olduğunu söyleyerek durumu şimdilik geçiştirdi. Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Burak Akçapar ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Dr. İbrahim Kalın Moskova'ya giderken, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov depremden sonra ilk kez Türkiye'ye gelerek bir iftar yemeğine katıldı ve mevkidaşı Mevlut Çavuşoğlu ile neredeyse gündemsiz sayılabilecek bir toplantı yaptı. Yapılan basın toplantısında Lavrov, Suriye ile ilişkilerin iyileşmesinin zamana ve güvenin yeniden inşa edilmesine bağlı olduğunu söyledi.

Başkan Putin'in Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iktidarda kalmasını arzuladığı genel kabul gören bir önerme. Rusya medyasında Türkiye ile ilgili haberler genelde iktidar yanlısı ve Erdoğan'a övgülerle dolu. Türkiye'nin dövize çok sıkıştığı bir dönemde Akkuyu Nükleer Santraline sermaye aktarılması, doğalgaz alımlarında ödemelerin ötelenmesi, Erdoğan-Esad zirvesi için baskı yapması Türkiye'deki rejime verilen desteğin göstergeleri sayılabilir.

Buna karşılık Türkiye Rusya'yı rahatsız etmesi beklenecek Rusya'ya giden kargo gemilerinin sıkı denetlenmesi, Rusya ve Belarus'a ait Airbus veya Boeing uçaklarına yakıt ikmali yapılmaması, S-400'ün ikinci paketinin alınmayacağının açıklanması gibi bir takım adımları son zamanlarda attı.

Zaten Ankara, Rusya'nın "özel operasyon" diye tanımladığı Ukrayna işgalini savaş diye görüp Montrö Antlaşması'nın 19'uncu maddesini uygulayarak Rusya'nın Karadeniz'e istediği kadar savaş gemisini geçirmesini engelledi. Buna karşılık müttefiklerinin yaptırım uygulamalarına katılmadı. Ancak bu konuda belli bir çizgiyi, özellikle finansal konularda geçtiğinde ABD Hazine Bakanlığının uyarılarını dikkate almak zorunda kaldı. Diplomasi yazarı Barçın Yinanç'ın vurguladığı gibi Türkiye "Karadeniz'e ilişkin Tanımlanmış Deniz Resmi'nin yüzde 67'sini NATO'ya gönderiyor. Yani deniz ortamında ne olup bittiğini, su üstü, su altı ve havadaki unsurlardan elde edilen bilgilerle NATO'ya aktarıyor. Daha da önemlisi, Türkiye bu bilgileri neredeyse 10 yıla yakındır Ukrayna'ya da gönderiyor."

Son olarak da Meclis'in onaylamasıyla Ankara Finlandiya'nın NATO üyeliğine yeşil ışığı nihayet yaktı. Rusya'nın NATO sınırının uzunluğu ikiye katlandı. Seçim sonrasında, yapılacak bazı jestlere bağlı olarak Temmuz sonundaki Vilnius zirvesinden önce İsveç'in üyeliğinin de onaylanması şaşırtıcı olmayacaktır.

Yakın zamanda Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'ndan da ilişkilerin geleceğiyle ilgili makul mesajlar alan Moskova'nın kampanya sırasında çeşitli şekillerde tüm desteğini Erdoğan'a mı vereceği yoksa bir devir geçiyor olabilir düşüncesiyle nispeten mesafeli mi kalacağı sorusunun cevabı seçimlerin sonuçları üzerinde de etki yapabilir.