1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Doğu Akdeniz’de kartlar yeniden karılıyor

15 Mayıs 2020

Doğu Akdeniz ve Libya için yürütülen güç mücadelesinde tansiyon tırmanıyor. Türkiye ile Fransa arasındaki rekabeti ve İsrail ile Türkiye arasında normalleşme sinyallerini uzmanlar DW Türkçe’ye değerlendirdi:

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de görev yapan "Yavuz" sondaj gemisi.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de görev yapan "Yavuz" sondaj gemisi.Fotoğraf: picture-alliance/dpa/Bildfunk/AP/L. Pitarakis

Libya’da Türkiye’nin devreye girmesiyle güç mücadelesindeki askeri dengeler değişirken Fransa’nın ve Yunanistan’ın tepkisi sertleşiyor,  AB’den Ankara’ya “silah ambargosuna uyun” çağrıları geliyor.  

İsrail ile Türkiye arasında normalleşmeye dönük adımlar ise kimi uzmanların “Doğu Akdeniz’de kartlar yeniden dağıtılıyor” yorumlarını beraberinde getiriyor. 

Akdeniz’deki güçlü aktörlerin askeri ve diplomatik hamlelerini sürdürdükleri, pazarlıkların yoğunlaştığı bir dönemde, hafta başında yapılan bir açıklama gerilimi daha da tırmandırdı. 

Fransa, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yayımladıkları ortak bildiriyle, Türkiye’yi bölgedeki enerji arama çalışmaları ve askeri faaliyetlerinden ötürü uluslararası hukuku ihlal etmekle suçladılar. 

Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hami Aksoy ise suçlamaları reddederken, bu beş ülkeyi  “şer ittifakı” olarak nitelendirdi, Fransa’yı da bu ittifakın “hamiliğine soyunmakla” eleştirdi. 

Pierini’den Erdoğan’a eleştiri 

Emekli Fransız büyükelçi Marc Pierini, Türkiye’nin son dönemde gerilimi tırmandıran adımlar attığını, bunların “akıl kârı olmadığını” ve iç siyasi hesaplarla atıldığını düşündüğünü söyledi. 

Geçmişte AB’nin Türkiye büyükelçisi olarak görev yapan ve bölgeyi yakından tanıyan bir isim olan Pierini, DW Türkçe’nin sorularını yanıtlarken, Türk Dışişleri açıklamasının “alışılmadık ölçüde sert” olduğunu ifade etti ve bunun Türkiye’nin diplomatik sahnedeki imajı için “çok da yararlı olmadığı” görüşünü dile getirdi. 

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nın uzmanlarından olan Pierini, “Hatalı politikaları nedeniyle büyük bir mali krizin ortasında bulunan, hem kendi seçmenleri hem de ana muhalefet partisi tarafından eleştirilen Türk siyasi liderliği, bu konuları iç siyaset malzemesi olarak kullanmak istiyor olabilir” şeklinde konuştu. 

Türkiye’nin Avrupa ile iyi ilişkilere, mali fon ve kaynaklara ihtiyacı olan bir dönemde olduğunu belirten Pierini, Ankara’nın izlediği stratejiye anlam veremediğini kaydetti. 

Emekli Fransız büyükelçi Marc PieriniFotoğraf: Carnegie Europe

Demir: Fransa kaybeden tarafta

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Ali Faik Demir ise Pierini’nin değerlendirmelerinin, Fransa ile Türkiye arasında tırmanan gerilimi açıklamak için yeterli olmadığı görüşünde. 

Türkiye'nin son dönemde hem Libya hem de Doğu Akdeniz’de ciddi anlamda etkisini artırdığına dikkat çeken Demir, DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, “Hafter’i destekleyen Fransa ise kaybeden tarafta” görüşünü dile getirdi.

Türkiye, 2011'de Muammer Kaddafi'nin devrilmesiyle iç savaşa sürüklenen Libya’da BM'nin de meşru hükümet olarak tanıdığı Fayiz es-Serrac liderliğindeki Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümetini (UMH) destekliyor. 

Fransa ise, Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Rusya gibi ülkelerle General Halife Hafter’e bağlı, kendisini Libya Ulusal Ordusu olarak adlandıran güçleri destekliyor. 

Türkiye’nin desteklediği UMH’nin son haftalarda Hafter güçlerini geri püskürterek önemli kazanımlar elde etmeye başlaması, askeri dengelerde değişime yol açtı.

Ali Faik Demir, Fransa’nın Libya, Doğu Akdeniz ve Suriye’de etkili bir aktör olmak için nüfuzunu artırmaya çalıştığını ancak bu hamlelerinden sonuç alamadığını söyleyerek, “Fransa oyun yapıcı değil oyun bozucu bir ülke konumunda. Her yerde AB adına hareket ediyormuş gibi gözüken ama aslında kendi adına hareket eden, aynı zamanda varlık gösteremeyen, AB’nin şımarık çocuğu gibi. AB içinde de, Fransa’nın bu politikasının çok da başarılı olduğu düşünülmüyor” görüşünü savundu. 

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Ali Faik DemirFotoğraf: privat

AB’nin İrini misyonu başarılı olur mu?

Libya, Avrupa’ya yakın bir noktada olması, zengin petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olması, kaçak göçmenlerin en çok kullandığı rota üzerinde yer alması gibi nedenlerle Avrupa’nın güvenliği açısından büyük önem taşıyor. İstikrarsızlığın tırmanması durumunda bölgeye terör gruplarının yerleşebileceği endişesi, Avrupalı siyasetçileri kaygılandırıyor. 

University College Dublin’den (UCD) uzman Stefano Marcuzzi, Libya’da ateşkesin sağlanması ve siyasi çözümün önünün açılması için AB'nin daha fazla sorumluluk üstlenmesi ve bölgede askeri varlık göstermesi gerektiğini savunuyor. 

Marcuzzi, DW Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, AB’nin Libya’ya yönelik silah ambargosunu denetlemek için donanma unsurları ağırlıklı olarak oluşturulan İrini misyonunun yeterli olmayacağını kaydetti. Libya’da ateşkesin yerinde denetlenmesini sağlayacak, bunu ihlal edenleri caydıracak bir mekanizmanın oluşturulması gerektiğini savunan Marcuzzi, şöyle devam etti:

“İrini misyonu, silahların havadan ve daha önemlisi karadan gönderilmesini önleyemiyor. Bu da şu anlama gelebilir: Türkiye destekli gemilerin önü kesilebilecek ama Hafter’e silah gönderilmesi engellenemeyecek. Yani paradoksal bir şekilde bizlerin, uluslararası toplumun desteklediği UMH’yi desteklemek için gönderilen gemiler engellenecek. Ama Hafter’in silah temin etmeye devam etmesine imkan sağlamış olacağız. Bir kaç ay içinde de dışardan aldığı destekle yeniden insiyatif alabilecek konuma gelip, ülkede barış sağlanmasını tehdit edecek güce yeniden kavuşabilir. Bu nedenle İrini misyonu Libya halkının acı çekmesine son verilmesine katkı sağlamak için yeterli değil.”

University College Dublin’den (UCD) uzman Stefano MarcuzziFotoğraf: Privat

“Libya’da ateşkes için kara gücü gerekli”

Ülkede şiddetin son bulmasını sağlamak, ateşkes ve siyasi çözüme imkan sağlamak için çok uluslu bir askeri barış misyonu görevlendirilmesi gerektiğini savunan Marcuzzi, Libya’nın meşru hükümetinin daveti üzerine bu askeri gücün ülkeye gönderilebileceğini kaydetti. Böylelikle Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetosunun da baypas edilebileceğine işaret eden Marcuzzi, "AB bu inisiyatife liderlik etmeli. Bu çok taraflı askeri kuvvete Müslüman ülkeler de katılmalı. Özellikle de Afrika Birliği gelecekte önemli bir aktör olabilir” görüşünü dile getirdi. 

Libya'da önemli aktörlerden biri olan Türkiye'nin, AB'nin böyle bir inisiyatif üstlenmesine destek verip vermeyeceği sorusunu da yanıtlayan Marcuzzi, Ankara’nın bu konudaki kaygı ve şüphelerinin giderilebileceğini söyledi. 

NATO’da Türkiye ile kritik görüşmeler 

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in, İtalyan La Repubblica gazetesine verdiği demeçte, es-Serrac hükümetine destek açıkladığına işaret eden, bu sözlerin önemli bir mesaj niteliği taşıdığına vurgu yapan Marcuzzi, şöyle devam etti:

“Bildiğim kadarıyla İtalya NATO’yu, S-400 meselesi sonrasında Türkiye ile diğer Batılı müttefikleri arasında yeniden uzlaşmayı teşvik etmek için bir platform olarak değerlendiriyor. Eğer Türkiye ile diğer müttefikler, NATO aracılığıyla gerginlikleri geride bırakabilirlerse, o zaman Türklerin, AB'nin son hamleleri konusundaki şüpheleri de azalabilir. Çünkü şu anda Türkler, AB’nin İrini misyonunun sadece kendilerini engelleme hedefini güttüğünü düşünüyor… Ama NATO’da uzlaşı sağlanır ve ittifak açıkça ‘biz uluslararası alanda tanınan hükümetin arkasındayız’ derse, Türkiye’nin güvensizliği de giderilebilir ve Türkiye AB’nin inisiyatif almasına daha sıcak bakabilir.”

Perde arkasında görüşmeler yürütüldüğünü ve artık gelinen noktada Fransa’nın bir uzlaşıya yönelik itirazlarını azalttığını söyleyen Marcuzzi, “Macron, Hafter’in ilk başlarda umduğu kadar güçlü olmadığını, kısa vadede kazanımlar elde ederek Libya’nın güçlü adamı olamayacağını anladı. Perde arkasında bazı gelişmeler yaşandığını görüyoruz” şeklinde konuştu. 

Türkiye ile İsrail arasında normalleşme 

Son haftalarda Libya’da sahada yaşananlar kadar, Türkiye ile İsrail arasında görülen normalleşme sinyalleri de, Akdeniz’deki güç dengelerini etkileyebilecek gelişmeler arasında görülüyor. 

Hafta başında, Fransa, Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından yapılan ve Türkiye’nin kınandığı ortak açıklamaya, İsrail’in katılmaması dikkatlerden kaçmadı. 

İsrail’in resmi Twitter hesabından yapılan “Türkiye ile diplomatik ilişkilerimizle gurur duyuyoruz. Gelecekte bağımızın daha da güçlenmesini temenni ediyoruz. Türkiye’deki tüm takipçilerimize sevgilerimizi gönderiyoruz” açıklaması, ilişkilerde normalleşme yönünde bir başka sinyal olarak yorumlandı. 

Bazı basın-yayın organları, Türkiye ile İsrail arasında deniz yetki anlaşması için gizli müzakereler yürütüldüğünü iddia etse de, İsrail’in Ankara Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamada, “İsrail'in Türkiye ile ekonomik sularda deniz yetki anlaşması imzalama niyeti hakkında yapılan bir takım temelsiz yayınlara cevaben, bu haberlerin gerçeği yansıtmayan iddialardan ibaret olduğunu belirtmek isteriz” denildi. 

Waldman: İsrail ihtiyatlı strateji izliyor 

Ortadoğu uzmanı Simon Waldman, son gelişmeleri DW Türkçe’ye değerlendirirken, “Açıkçası, Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinde, yakın bir zamanda, bir deniz sınır anlaşması imzalanması yoluyla, büyük bir iyileşme yaşanmasını beklemiyorum” dedi.

İngiliz düşünce kuruluşu Henry Jackson Society uzmanlarından olan Waldman, İsrail’in bölgede pek çok tehditle karşı karşıya olduğunu, bu nedenle “ihtiyatlı bir strateji” izlemeye devam ettiğini dile getirdi. 

İsrail’in Türkiye ile gerilimli ilişkiler istemediğini ama bunun çok yakın ilişkiler istediği anlamına da gelmediğini aktaran Simon Waldman, “Muhtemelen İsrail Libya’daki gelişmeleri, Türkiye destekli Trablus hükümetinin ayakta kalıp kalmayacağını görmek istiyor. Çünkü bu Türkiye’nin Akdeniz’de elini güçlendirir. Özetle İsrail işini sağlama almak istiyor” görüşünü aktardı.

İsrail’in, AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti ile deniz sınırı anlaşması imzaladığını, bunu sekteye uğratacak başka bir anlaşmayı Türkiye ile imzalamasına ihtimal vermediğini aktaran Waldman, “İsrail bunu yaparak, kendisi bakımından çok da güvenilir bir müttefik olmayan Türkiye ile ilişkilerine çok büyük ağırlık vermiş olur. Oysa bundan sonra Hamas ile yaşanabilecek bir ilk çatışma durumunda, dünyada İsrail’i ‘Nazi rejimi’ olmakla suçlayacak ilk ülke Türkiye olacaktır” dedi. 

Waldman, değerlendirmesini şöyle noktaladı: 

"Türkiye'den yana taraf olmak İsrail’in, halen doğalgaz tedarik ettiği ve ayrıca Hamas’ı Gazze Şeridi’nde zapt etmesine yardımcı olan Mısır ile de ilişkilerine zarar verebilir. Ayrıca İsrail’in Türkiye ile Kıbrıs’ın ekonomik münhasır ekonomik bölgesine zarar verecek bir anlaşmaya taraf olması halinde bu İsrail’in, Kıbrıs’ın üye olduğu AB ile ilişkilerini de bozabilir.”

Değer Akal

© Deutsche Welle Türkçe

 

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik

Bu konuda daha fazla içerik

Daha fazla içerik göster