1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Fransa ve Almanya'da siyasi belirsizlik: Avrupa zorda

Ella Joyner
8 Aralık 2024

Donald Trump’ın ABD başkanı olmaya hazırlandığı bir dönemde Avrupa’nın lider iki ülkesi Almanya ve Fransa’daki siyasi belirsizlik ve ekonomik daralma ne anlama geliyor?

Fransa ve Almanya bayrakları mavi gökyüzünde dalgalanıyor.
Fransa ve Almanya bayrakları mavi gökyüzünde dalgalanıyor.Fotoğraf: Ralph Peters/chromorange/picture alliance

Almanya'da koalisyon hükümetinin dağılması, kısa bir süre sonra da Fransa'da hükümetin çökmesi, Avrupa'da siyasi istikrarın zayıflayabileceği endişesine yol açtı.

Almanya ve Fransa, Avrupa Birliği'nin (AB) lider iki ülkesi konumunda, karar alma süreçlerinde büyük ağırlığa sahipler. Avrupa bir yandan artan Rusya kaynaklı tehditler, diğer yandan da ekonomik daralma gibi ciddi sınamalarla boğuşuyor.

Ayrıca "Önce Amerika" diyen Donald Trump'ın ABD başkanlığını devralacak olması, Avrupa'da siyasi ve ekonomik istikrarın önemini artırıyor.

Berlin ve Paris'te önümüzdeki süreçte yaşanacak siyasi gelişmeler bu nedenle büyük bir önem taşıyor.

Fransa'da ne oldu?

4 Aralık Çarşamba günü, Fransa'nın en kısa süre görev yapan başbakanı olarak tarih sayfalarına geçecek olan 73 yayındaki Michel Barnier için bir hayli uzun bir gün oldu.

Barnier'in başbakanlığındaki azınlık hükümeti, hararetli siyasi tartışmaların ardından akşam saatlerinde Ulusal Meclis'te yapılan oylamayla düşürüldü. Oylamada, ezeli düşmanları sol ile aşırı sağın kendisine karşı birleşmesi, Barnier hükümetinin güvensizlik oylamasıyla devrilmesine yol açtı. Perşembe sabahı istifasını sunan Barnier, yeni bir hükümet kurulana kadar görevine devam edecek.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Başbakan Barnier’in istifasının ardından ulusa sesleniş konuşması yaptı.Fotoğraf: Ludovic Marin/AFP

Kendisine yapılan istifa çağrılarını savuşturan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, vakit kaybetmeksizin harekete geçti, yeni bir başbakan adayı belirlemek için görüşmelere başladığını duyurdu. İkinci ve son cumhurbaşkanlığı dönemi 2027'de sona erecek olan Macron, daha önce de istifa çağrılarını geri çevirmişti.

Macron'un çağrısıyla Temmuz ayında yapılan erken genel seçimlerde Ulusal Meclis, hiçbiri tek başına iktidar olacak kadar güçlü olmayan üç kampa bölünmüştü. Cumhurbaşkanı bunun üzerine Eylül ayında Barnier'i başbakan atamıştı.

Barnier, başbakanlığı devraldıktan sonra Fransa'nın mali durumunu en önemli önceliklerinden biri haline getirdi. Bu yıl Fransa'nın gayrisafi yurtiçi hasılasının borca oranı, AB kurallarının izin verdiğinin iki katına, yüzde 6.1'e ulaştı. Hatta Avrupa Komisyonu tarafından bu konuda uyarılan üye ülkeler arasında Fransa da yer aldı.

73 yayındaki Michel Barnier, başbakanlık görevinden istifa etti. Fotoğraf: Michel Euler/AP Photo/picture alliance

Barnier, kamu borcunu düşürmek için 2025 yılı için bütçe ve sosyal güvenlik reformu önerdi. Vergi artışları ve harcama kesintileri gerektiren bu reform, sol ve aşırı sağ tarafından "vatandaşların ihtiyaçlarını göz ardı eden kemer sıkma önlemleri" olarak nitelendirilerek eleştirildi.

Bunun üzerine Barnier Ulusal Meclis'e iki seçenek sundu, "Ya bu bütçeye oy verin, ya da hükümet düşer" dedi. Sol ve aşırı sağ partiler, ikinci seçeneği seçti, bunun üzerine Barnier hükümeti güvensizlik oylaması ile çöktü.

Peki ya şimdi ne olacak?

İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana görülmemiş bir siyasi belirsizlik dönemine sahne olan Fransa'yı nelerin beklediği belli değil.

Ulusal Meclis'teki siyasi güç dağılımı nedeniyle yeni bir hükümet kurmak hiç de kolay olmayacak. Çünkü meclis birbirleriyle koalisyona girme konusunda isteksiz olan üç bloğa bölünmüş durumda. Macron istifa etmeyeceğini açıkça söyledi, Fransa'nın Temmuz 2025'ten önce yasama seçimine gitmesi de mümkün değil.

Başbakanlığı kim devralırsa alsın Barnier gibi zayıf bir konuma sahip olacak, siyasi adımlarına Fransız meclisinden onay almak isterken benzer sınamalarla karşılaşacak.

Fransa'da siyasi güç ağırlıklı olarak cumhurbaşkanının elinde toplanmış olsa da Macron'un eli giderek zayıflıyor görünüyor.

AB'yi zor günler mi bekliyor?

Bu gelişmeler, Fransa'nın daha çok iç siyasi gelişmelere odaklanacağı, özellikle AB'de kollektif olarak alınması gereken kararlarda yavaşlama olabileceği endişesine yol açıyor.

Berlin merkezli düşünce kuruluşu Jacques Delors Merkezi'nden Sophie Pornschlegel DW'ye yaptığı değerlendirmede AB'de düzenlemelerin, mevzuatların geçmesi için işleyen bir Fransız hükümetine ihtiyaç olduğuna işaret etti, "Hükümet ne kadar hızlı kurulursa o kadar iyi olur" diye konuştu.

Pornschlegel, çok da fazla telaşa kapılmamak gerektiğini belirtirken "Nispeten hızlı bir şekilde yeni bir hükümet kurdukları takdirde, o kadar da büyük bir siyasi kriz yaşanmaması ihtimali de var" görüşünü aktardı.

AB’deki karar alma süreçlerinde Avrupa’nın lider iki ülkesi Almanya ve Fransa önemli bir rol oynuyor.Fotoğraf: Jens Kalaene/dpa-Zentralbild/ZB/picture alliance

Ancak Almanya'da da siyasi belirsizlik hakim. Sosyal Demokrat Partili (SPD) Olaf Scholz başbakanlığındaki koalisyon hükümeti geçen ay dağıldı. Dikkatler, 23 Şubat'ta yapılacak erken seçimlere çevrildi. Kurulacak yeni hükümet muhtemelen ancak Haziran ayında göreve başlayabilecek.

O zamana kadar görevine devam edecek olan mevcut hükümet, büyük bir ihtimalle cesur siyasi kararlar gerektiren adımlardan kaçınacak.

Oysa siyasi analist Pornschlegel'e göre asıl kriz zamanlarında ve jeopolitik çalkantıların yaşandığı dönemlerde güçlü ve istikrarlı liderliğe ihtiyaç duyuluyor.

Üstelik hem Almanya hem Fransa, kasvetli bir ekonomik görünümle karşı karşıya. Yatırım bankası Goldman Sachs Kasım ayında, Euro Bölgesi'nin en büyük iki ekonomisi olan Almanya ve Fransa ekonomilerinin 2025 yılında ekonomik olarak daralacağını, bununla birlikte tek pazarın bir bütün olarak durgunluktan kurtulacağını öngördü.

Ekonomist Sven Jari Stehn, "Bu zorluklara rağmen, Euro bölgesi için ekonomik faaliyet verileri mütevazı ancak olumlu bir büyümeye işaret ediyor" diye yazdı.

Trump'ın ikinci başkanlık dönemi Avrupa'yı nasıl etkiler?

Berlin ve Paris, AB'nin temel güç ekseni olarak kabul edilir. Bu iki başkent, AB politikalarını yönlendirir, 27 üyeli birliğin gündeminin ana hatlarını belirler. İki ülke kendi ülkelerindeki kaygıları önceliklendirecek ve bir yönüyle içe kapanacak. Ve bu süreç, çok önemli bir döneme denk geliyor: ABD'de Donald Trump, Ocak ayında başkanlığı devralacak, yeniden Beyaz Saray'a taşınacak.

Trump'ın ikinci başkanlık dönemi, AB ile ABD arasında karşılıklı gümrük vergilerini artırma tehditlerinin havada uçuşacağı bir döneme kapı aralayabilir. Ve bu, özellikle Alman otomotiv endüstrisini için kötü haber.

NATO'da da yine tansiyon tırmanabilir. Avrupa ülkeleri, düşük savunma harcamaları nedeniyle Washington'dan tekrar düzenli olarak fırça yemeye başlayabilir, bedavadan ABD'nin askeri gücünden yararlanmakla suçlanabilirler. Zira Trump, daha önce de Avrupalı müttefiklerini yeterince harcama yapmadıkları takdirde kendi başlarının çaresine bakmakla tehdit etmişti.

Avrupa başkentleri, Donald Trump’ın ikinci başkanlığı döneminde yaşanması muhtemelen gerilimler nedeniyle endişe hakim. Fotoğraf: JIM WATSON/AFP

"Önce Amerika" diyen Cumhuriyetçi Trump, Kiev'i Moskova ile müzakere etmeye zorlayarak, Ukrayna savaşını hızlı bir şekilde sonlandıracağını duyurmuştu.

Eğer Trump, ABD'nin Ukrayna'ya askeri desteğini keserse, AB bu boşluğu doldurmak için çok ağır sınamalarla karşı karşıya kalacak.

Düşünce kuruluşu Avrupa Dış İlişkiler Konseyi'nden Pawel Zerka, DW'ye "Avrupa'yı savunmak ve Ukrayna'yı desteklemek için artık Avrupalıların daha fazla yük üstlenmesi gerekiyor" dedi.

Zerka, Fransa'daki iç siyasi gelişmeler nedeniyle Paris'in bu tartışmalardaki ağırlığının zayıflayabileceğini söylemekle birlikte, Trump'ın başkan olmasıyla birlikte "Avrupa ülkelerinin konfor alanlarından çıkıp daha büyük bir rol üstlenmek durumunda kalacaklarını" kaydetti.

 

DW Türkçe'ye sansürsüz nasıl erişebilirim?