Göçmenler Almanya'yı neden terk ediyor?
5 Temmuz 2025
"Almanya'ya gelmeme neden olan hiçbir şey artık yoktu ve bir noktada şöyle düşündüm: 'Yeter artık! Eğer bir gün olur da çocuklarım olursa, onların bu ülkede büyümesini istemiyorum.'"
Soyadını vermek istemeyen Giannis N., henüz 18 yaşındayken Yunanistan'ın Samos adasından inşaat mühendisliği okumak üzere Almanya'ya gelmiş. Eşit fırsatlar ve sosyal adalet algısı, onu bu ülkeye çeken ana faktörler olmuş.
2020 yılında ise Almanya'da geçirdiği 16 yılın ardından elinde yüksek lisans diploması ve başarılı kariyer geçmişiyle ülkesine dönmeye karar vermiş.
DW'ye konuşan ve şu anda 39 yaşında olan Giannis N., Almanya'da ülkenin batısındaki Essen'de önce özel sektörde proje yöneticisi olarak çalıştığını, ardından kamu sektöründe görev aldığını ve köprüler inşa ettiğini, en sonunda da şansını serbest çalışan olarak denemeye karar verdiğini anlatıyor:
"Orada bir hayat kurmak için her şeyi denedim ama bariyerlere çarpıp durdum."
Yaşadıklarını konuşurken oldukça çarpıcı bir örnek geliyor aklına:
"Bir inşaatta çalışıyordum ve müşteri 100 bin euronun üzerindeki son faturayı ödemeyi reddetti. Paramı istediğimde bana verdiği yanıt da şu oldu: 'Senin burada, Almanya'da zengin olmana izin vermeyeceğim.'"
Giannis, bunun yabancı kökenine duyulan açık tepkinin bir yansıması olduğunu söylüyor.
Sonunda ona ülkeyi terk etme kararı aldıran ise Almanya'da hiçbir zaman tam anlamıyla kabul görmeyeceğini fark etmesi olmuş. Ülkede her zaman "bir Yunan" olarak görüleceğini anlamış.
"Önce üniversitede 'tembel Yunan' oluyorsun, sonra iş yerinde 'yolsuz Yunan.' Yani ben Yunan olmaktan gurur duyuyorum, ama bu zihniyet benim için zamanla toksik hale geldi" diyor.
Her dört göçmenden birinin aklında 'gitmek' var
Giannis N.'in bahsettiği bariyerler son dönemde yayımlanan bir araştırmada da göze çarpıyor.
İş gücü ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü (IAB) tarafından yayımlanan ve 18 ila 65 yaşları arasında olan Almanya'ya göç etmiş 50 bin kişiyle yapılan ankete dayanan çalışmaya göre, her dört kişiden biri ülkeyi terk etmeyi düşünüyor.
Aralık 2024 ile Nisan 2025 arasında gerçekleştirilen anket, Almanya'yı terk etme olasılığı en yüksek grubun ülkenin halihazırda en çok ihtiyaç duyduğu yüksek eğitimli, başarılı ve iyi entegre olmuş kişiler olduğunu ortaya koydu.
Araştırmaya göre, Almanya'yı terk etme niyeti, "bireysel özellikler, sosyal entegrasyon, ekonomik nedenler ve toplum tarafından kabul görme algısının karmaşık etkileşiminin bir sonucu" olarak şekilleniyor.
Katılımcılar, Almanya'dan ayrılmak istemelerinin nedenleri arasında ailevi sebeplerin yanı sıra siyasi memnuniyetsizlik, yüksek vergiler ve bürokrasiyi de gösterdi.
Toplumun çeperindeki "hayalet" yaşam
İstanbullu 33 yaşındaki siber güvenlik mühendisi Utku Şen de Giannis'inkine benzer bir dışlanmışlık hissiyle üç yılın ardından Almanya'dan ayrılmış.
Berlin'deki ilk yılını "balayı" olarak tanımlayan Şen, daha sonra bu ülkede Almanca bilgisi yeterli olmayan biri için hayatın ne kadar zor olabileceğini fark ettiğini anlatıyor:
"Bir Türk olarak her zaman ikinci sınıf vatandaş gibi hissettim. Alman toplumunun bir parçası olmak on yıllar alır diye düşündüm. Hatta belki de hiç olmayacaktı."
Şen, Almanya'daki ayrımcılığı konu alan ve neredeyse yarım milyon izlenen bir YouTube videosu yayımladıktan kısa süre sonra Londra'ya taşınmış. Videoda Almanya'daki yaşamı, Bruce Willis'in "Altıncı His" filmindeki karakterine benzetiyor:
"Dışarıda senin dışında bir hayat var ve sen kavanozdasın. Oraya ait değilsin. Oranın dışında hayalet gibi dolaşıyorsun. Ne diğer insanlar senin yaşadığının farkında ne de sen onlara temas edebiliyorsun."
DW'ye konuşan Şen, yeni ülkesinde ise mutlu olduğunu söylüyor. Özellikle İngilizce iletişim kurabilmenin hayatını çok kolaylaştırdığını belirten genç mühendis, "Almanya'nın aksine İngilizler genellikle yabancılara ve farklı kültürlere daha açık. Bu da kendimi toplumun bir parçası gibi hissetmemi sağladı ve buraya olan sevgimi artırdı" diyor.
"Daha soğuk biri olmaya başladım"
Bulgaristan'dan Kalina Velikova'ya göre, Almanya'da dili akıcı konuşmak bile her zaman engelleri ortadan kaldırmaya yetmiyor.
35 yaşındaki Velikova, Bonn'da geçirdiği 9 yıl boyunca sosyal hizmetler alanında okumuş ve daha sonra da bu alanda çalışmış. Ancak üniversite yıllarından itibaren dışlanmışlık hissini yaşamaya başladığını söylüyor; üstelik kusursuz Almanca konuşmasına rağmen.
"İnsanların henüz bir öğrenciyken bile beni içlerine almalarının ne kadar uzun sürdüğünü hiç unutmayacağım. Bir gün biriyle sohbet ediyordum, ertesi gün aynı kişi o sohbet hiç olmamışcasına beni tanımıyormuş gibi davranıyordu. Benim geldiğim yerde asla böyle bir şey olmaz" diyor.
Zamanla bu yerleşik sosyal mesafe hissinin kendi karakterini de etkilemeye başladığını hissetmiş.
"Daha soğuk biri olmaya başladım. Almanya'ya karşı bir tür alerji geliştiriyormuşum gibi hissettim ve bunu istemedim" diyor.
Velikova, 2021'de Bonn'u terk edip Sofya'ya dönmüş. Şimdi orada proje yöneticisi olarak çalıştığını ve halinden memnun olduğunu söylüyor:
"Elbette buradaki günlük hayatta da sıkıntılar yok değil. Ancak daha az kazanıp daha çok çalışmama rağmen genel olarak yaşam kalitem arttı."
Siyasetin yürümek zorunda olduğu ince çizgi
Rockwool Vakfı Berlin'in (RFBerlin) direktörü Prof. Christian Dustmann'a göre ise dil, entegrasyonun hâlâ kilit unsurlarından biri. Almanca öğrenmenin sadece iş gücü piyasası ve şirketler için değil, göçmenlerin kendileri için de hayati önem taşıdığını vurgulayan ekonomiste göre misafirperverliğin eksikliğinin hissedildiği tek ülke ise Almanya değil. Göçmenlerin başka ülkelerde de bu algıya sahip olduğunu belirten Dustmann, "Bu araştırmayı İngiltere'de yapsanız cevaplar orada da Almanya'da duyduğunuzdan çok farklı olmazdı" diyor.
DW'ye konuşan Dustmann, bir ülke ne kadar çok göçmen alırsa, yerleşik nüfusta o kadar fazla endişenin ortaya çıkabileceğine de dikkat çekiyor ve ekliyor:
"Bu da göçmenlerin misafirperver olmayan bir kültür olarak algıladığı bir atmosfere yol açabilir."
Bertelsmann Vakfı tarafından yayımlanan 2024 tarihli bir araştırma, Almanya'da göçe ilişkin kaygıların arttığına işaret ediyor. Göçle bağlantılı endişeler arasında sosyal devlet üzerindeki artan mali yük, kentlerdeki konut sıkıntısı ve okul sisteminde yaşanan sorunların büyümesi başı çekiyor. Bu endişelerin, aşırı sağcı Almanya için Alternatif'in (AfD) en güçlü ikinci parti olduğu Şubat ayında düzenlenen genel seçimlerde sandığa da yansıdığı görüldü.
Dustmann'a göre siyaset, bu endişeler nedeniyle göç konusunda çok ince bir çizgide yürümek ve bir tür denge siyaseti izlemek zorunda. Yerleşik nüfusun sınırlarının aşırı zorlamasının sağ popülist partilere alan açabildiğine dikkat çeken RFBerlin direktörü, bu nedenle siyasetin, bir yandan bu tür bir zorlamadan kaçınırken diğer yandan da hem ekonominin hem de toplumun önemli bir parçası olan yeni gelenlere kucak açması gerektiğini kaydediyor.
Politikanın ötesindeki derin toplumsal değişim ihtiyacı
Anastasios Penolidis'e göre ise gerçek değişim için çok daha derinlere inmek gerekiyor. Yedi yıl önce Selanik'ten Almanya’ya taşınan ve bir mülteci kampında saha yöneticisi olarak çalışan Penolidis, göçmenlerin karşılaştığı zorlukların üstesinden gelmek için toplumun genelini eğitmenin hayati önem taşıdığı görüşünde.
DW'ye konuşan Penolidis, atılması gereken adımları, "Daha fazla siyasi ve toplumsal eğitim, ırkçılık gibi olgularla mücadele edecek yeni kurumlar ve düşük gelir grupları için daha az vergi" şeklinde sıralıyor.
Hem kendisinin hem de kız arkadaşının tam zamanlı çalışmasına rağmen geçinmekte zorlandığını söyleyen Penolidis, çocuğu olmayan bekar bireyler için uygulanan yüksek vergi oranlarını "adaletsiz"" ve "motivasyon kırıcı" olarak nitelendiriyor.
33 yaşındaki Penolidis de son zamanlarda yeniden Yunanistan'a dönmeyi düşündüğünü söylüyor. Bu düşüncesinin başlıca nedenleri arasında vergi politikalarını ve hâlâ maruz kaldığı yapısal ırkçılığı gösteriyor.
"Almanya'daki düşünce yapısı benim için fazla bireyci" diyen Penolidis yine de umutsuz değil. Giannis'in aksine, gerçek bir dönüşüm yaşanırsa, burada kalıp bir aile kurmak istediğini belirtiyor. Ona göre bu dönüşüm ancak "istikrarlı bir iş ve güvenli bir gelirle kendini bireysel olarak kurtarma" mantığından çıkmakla mümkün. Penolidis'e göre göçmenlerin kendini gerçekten evinde hissedebilmesi için, bu bireyci yapının yerini dayanışmacı; güven ve aidiyet duygusu üzerine kurulu yeni bir toplumsal ruhun alması gerekiyor.