1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Gabriel: Türkiye Batı’ya sırt çeviriyor

10 Mayıs 2017

SPD’li Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, yeni kitabında Türkiye’nin Batı Avrupa’dan uzaklaşmakta olduğu tespitini yaparak, “Türkiye’ye silah vermeye devam edebilir miyiz?” sorusunu yöneltti.

Außenminister Gabriel in Israel
Fotoğraf: picture-alliance/dpa/B. von Jutrczenka

Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, dünya siyasetinde ve iç politikadaki sorunları mercek altına aldığı “Yeni Ölçümler” (Neuvermessungen) adlı kitabında, Türkiye konusunda ilginç değerlendirmelere yer verdi.

Angela Merkel liderliğindeki koalisyon hükümetinin Sosyal Demokrat Partili (SPD) Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Gabriel, uluslararası politikada yaşanan köklü değişimleri ele aldığı kitabında, ABD ve Avrupa’nın dünyadaki iktisadi ve siyasi gücünün gerilemekte olduğuna işaret etti.

“Dahası Batı’nın ittifakları, yeni sınamalarla, hatta parçalanma tehdidiyle karşı karşıya” ifadelerini kullanan Gabriel, silahlı ihtilafların etkilerine, göç akınlarına, AB'nin çözülme ihtimaline değindi.

Gabriel, “Türkiye de Batı Avrupa’ya sırt çeviriyor, giderek otoriterleşen iktidar yapıları oluşturuyor, bu da üyesi olduğu NATO’nun değerleriyle gerilimli bir ilişkiye yol açıyor” değerlendirmesini yaptı.

NATO'nun gelecek stratejileri konusunda giderek artan soru işaretlerinin bulunduğuna da dikkat çeken Gabriel, “NATO ittifak için sürdürülebilir bir stratejiyi yeniden sorgulamalı. Bundan sonra NATO ittifakının diğer üyelerine yaptığımız gibi hiç tereddüt etmeden, iç baskı aracı olarak kullandığını bilerek, Türkiye'ye silah vermeye devam edebilir miyiz?” sorusunu sordu.

Batı’nın Türkiye endişeleri

Batı’nın uzun yıllar boyunca bir değerler birliğini ifade ettiğini, Batılı ülkeler ve halkları için “özgürlük, eşitlik, insan haklarına saygı ve demokratik katılımcılığın”  bir anlamda pusula olduğunu vurgulayan Gabriel, Türkiye ile ilgili endişelerini dile getirirken, şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye artan bir şekilde demokratik ilkelerden ve hukuk devleti ilkelerinden uzaklaşıyor ve iç barışının, genç nesillerin demokratik katılımcılık taleplerinin tehlike altına girmesini göze alıyor. İnternetin yasaklanması yönündeki devlet emriyle sorunun çözümü gayet tabii ki mümkün değil. Demokratikleşme ve dijitalleşme, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye ve Arap dünyasında da, aktivistler için haklı olarak siyasi özgürlüğün bir parçasını oluşturuyor.”

Fotoğraf: Getty Images/AFP/T. Schwarz

Transatlantik ilişkilerin geleceği

Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle ABD’nin dünya politikalarındaki değişime de değinen Gabriel, “ABD politikaları, güvenlik konularında da akılla bağdaşmayan, dalgalı ve öngörülemez olabilecek” tespitini okuyucularıyla paylaştı.

Avrupa’nın beklemek yerine kendi çıkarları ve değerleri doğrultusunda uluslararası inisiyatifler başlatması gerektiğini savunan Alman Bakan, “Kıtamızda barış, güvenlik ve istikrarı koruma görevi öncelikli olarak Almanya ve Avrupa’nındır” görüşünü vurguladı.

NATO’nun aslen bir siyasi ittifak olduğunun altını çizen Gabriel, sadece daha yüksek askeri harcamalara odaklanılmasının yanlış olduğunu, ortak değerlerin büyük önem taşıdığını vurguladı. Alman Bakan, "Avrupa'da ortak güvenlik kimliği oluşturmalı, daha güçlü entegre olacak yapılarla Avrupa Ordusu oluşumunun yolu açılmalı” görüşünü ifade etti.

NSU cinayetleri

Gabriel kitabında uluslararası politikadaki yeni meydan okumaları değerlendirirken, iç politikada yaşanan değişimlere, yükselen aşırı sağ sorununa da ayrı bir bölüm ayırdı.

Almanya’da 2000-2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişiyi öldüren Neo-Nazi terör örgütü NSU’nun cinayetlerine değinen Gabriel, bu terör örgütünün 2011 yılında ortaya çıkarılmasının ardından, Almanya’da büyük bir toplumsal tepki gösterilmemesini eleştirdi. 

Solingen ve Mölln’de 1992 ve 1993 yılarındaki kundaklamalar sonrasında yapılan gösterilere ve toplumun gösterdiği duyarlılığa dikkat çeken Gabriel, bunun neden NSU cinayetleri konusunda gösterilmediğini, uzun süre sorguladığını aktardı.

“Bunun nedenlerinden biri toplumumuzun merkezinin artık farklı bir yöne kaymasından kaynaklanıyor olabilir” diyen Gabriel, 2010 yılında büyük tartışmalara yol açan, SPD’li Thilo Sarrazin’in göçmen karşıtı görüşleri savunduğu, “Almanya kendini yok ediyor” başlıklı kitabını anımsattı.

Gabriel,  2010’da en çok satanlar listesine giren bu kitap için insanların uzun sıralar oluşturduğunu hatırlatarak,  Almanya’da insanın biyolojik, genetik özelliklerinin onun sosyal hayatında belirleyici olduğu şeklindeki yaklaşımın yeniden hortlamasından, dahası kabul görmesinden büyük endişe duyduğunu kaydetti.

Gabriel, "Benim bugüne kadar en büyük siyasi yenilgim olarak hissettiğim,  Sayın Sarrazin’i SPD’den atmayı başaramamış olmaktır” dedi.

AfD’nin yükselişi

Kitabında sağcı popülist Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD)’nin Alman siyasetinde artan popülaritesine de değinen Dışişleri Bakanı, şu ifadelere yer verdi:

“Bir çok AfD yöneticisi ve yandaşı, onlarca yıldır liberal ve dünyaya açık olan cumhuriyetimize tepkili. Sadece mültecileri veya İslam’ı düşman olarak görmüyorlar, hepimizi,  aydınlanmış muhafazakârları, liberalleri, Yeşiller Partilileri, sosyal demokratları ve solu temsil eden herkesi düşman olarak görüyorlar. Çünkü biz, sadece karşı çıkmakla kalmadıkları, derinden nefret ettikleri demokrasiyi temsil ediyoruz.”

Siyasette 40 yıl

Sosyal Demokrat Parti’de 40 yılı aşkın süredir siyaset yapan ve ocak ayından bu yana Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Sigmar Gabriel açık sözlü bir siyasetçi olarak tanınıyor. 2005 yılından bu yana Federal Meclis milletvekili olan Gabriel, 2009-2017 yılları arasında partisi SPD’nin genel başkanlığını yapmış, 2013-2017 yılları arasında da ekonomi ve enerji bakanlığını üstlenmişti.

© Deutsche Welle Türkçe

Değer Akal / Berlin

 

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik