İran'da ufukta rejim değişikliği mi var?
30 Eylül 2025
Almanya, İngiltere ve Fransa'nın ortak girişimi sonucunda İran'a 10 yıl aradan sonra Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımları yeniden uygulanmaya başlandı.
Bu yaptırımlar, İran'ın silah ticaretini, petrol ihracatını ve uluslararası bankacılığını felce uğratacak nitelikte. İran halkının omuzlarındaki yük daha da artacak.
Yaptırımlar, E3 ülkeleri olarak adlandırılan üç Avrupa ülkesinin "snapback" olarak adlandırılan mekanizmanın işletilmesi için yaptıkları başvuru sonucunda hafta sonu itibariyle yeniden yürürlüğe girdi.
Yaptırımlar hangi gerekçeyle yeniden devreye alındı?
2015 yılında imzalanan ve İran'a uygulanan yaptırımların kaldırılmasını sağlayan nükleer anlaşmayı destekleyen 2231 sayısı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararında yer alan snapback mekanizması, Tahran yönetiminin taahhüt ve yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde BM yaptırımlarının yeniden yürürlüğe girmesine imkan tanıyordu.
İşte E3 ülkeleri, İran'ın yükümlülüklerini yerine getirmemekle suçlayarak bu mekanizmayı işletmek için BMGK'ya bildirimde bulundu,
Bildirimde, Tahran'ın 2019'dan bu yana tüm nükleer altyapısını geliştirdiği, yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum stokunun da sivil amaçlı kullanım ile gerekçelendirilemeyeceği, uluslararası denetçilere yeterli erişim sağlamadığı aktarıldı, "Bu nedenle İran'ın nükleer programı, uluslararası barış ve güvenliğe açık bir tehdit olmaya devam etmektedir" denildi.
Ayrıca üç Avrupa ülkesi, İran rejimini ABD ile "doğrudan ve koşulsuz müzakerelere yanaşmamakla" da suçladı.
BMGK'nın iki daimi üyesi Çin ve Rusya, İran'a yaptırımların yeniden yürürlüğe girmesini geciktirmeye çalıştı. Ancak snapback mekanizmasının işletilmesinin ardından 30 günlük sürenin dolmasıyla birlikte, İran'a ağır darbe indirecek yaptırımlar otomatikman yeniden devreye girdi.
Yaptırımlar İran halkını nasıl etkileyecek?
Aslında yaptırımlar, İran rejimine baskıyı artırmayı amaçlıyor. Ancak uluslararası güvenlik analisti Shahin Modarres, yaptırımların İran rejimi için olduğu kadar İran halkı için de ağır sonuçlar doğuracağına işaret ediyor.
Yaptırımları "İran'ı nefessiz bırakacak ambargo" olarak nitelendiren Modarres, "Bu, bankacılık kanallarının tıkanması, petrol ihracatının durması, hatta temel ticaretin bile kısıtlamalar ağıyla kuşatılması anlamına geliyor. Bu sıradan İranlılar için de günlük hayatın daha büyük zorluklara gebe olacağı anlamına geliyor" diyor.
Analist Modarres'e göre yaptırımlar İran para biriminin çöküşünü tetikleyecek ve bu da ithalatı çok daha pahalı hale getirecek. İnsanlar işlerini kaybedecek, çalışmaya devam edebilenler ise maaşlarının enflasyon nedeniyle ellerinde eriyip gittiğini görecek.
"Ekonomistler işsizlik ve enflasyonun birleşimi için 'sefalet endeksi' terimini kullanır. İran'da bu endeks zaten yüksek" diyen Modarres, yeniden devreye giren uluslararası yaptırımların sefalet endeksinin çok daha artmasına yol açacağını söylüyor.
Rejim geri adım atmazsa ne olur?
Nükleer politikalar uzmanı fizikçi Behrooz Bayat, yaptırımların İran halkını ciddi sınamalarla karşı karşıya getireceğine söylerken, özellikle demokrasilerin ana omurgasını oluşturan orta sınıfın yaptırımlardan etkileneceğine işaret ediyor.
İran İslam Cumhuriyeti gibi rejimlerin artan baskılara rağmen geri adım atmayı reddedebileceğini, bunun da tırmanan gerilimi tam ölçekli bir savaşa dönüştürebileceğini söyleyen Bayat, "Sonunda rejim çökebilir, ancak bu, ülkenin yıkımı pahasına gerçekleşir... Bu, İran halkının hiç bir kazanımı olmayacağı bir senaryo" diyor.
Diplomasi yoluyla çözüm umudu var mı?
Avrupa başkentleri ve ABD, bir yandan yaptırımlarla baskıyı artırmakla birlikte diğer yandan İran rejimi ile diplomasi ve müzakereler yoluyla bir uzlaşmaya açık olduklarını söylemeye devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da müzakereler yoluyla çözüm bulmaya istekli olduklarını açıkladı.
Hatta bu hafta ABD-İran hattında dikkat çekici bir gelişme yaşandı. İki ülkenin, aylarca süren müzakerelerin sonunda, ABD'den yaklaşık 400 İranlının yeniden ülkelerine sınır dışı edilmesi konusunda anlaşma sağladıkları açıklandı.
Bu gelişmeyi İran Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Hossein Noushabadi duyurdu. Noushabadi, "İlk adım olarak çoğu Meksika üzerinden yasa dışı yollardan ABD'ye giren 120 İran vatandaşını geri göndermek istiyorlar" diyerek bunun önümüzdeki bir iki gün içinde gerçekleşeceğini söyledi. Ülkelerine geri gönderilecek İranlıların bazılarının ABD'de oturum izinlerinin bulunduğunu, buna rağmen Amerikan makamları tarafından listeye dahil edildiklerini söylen İranlı yetkili, "Gayet tabii ki geri dönmek istediklerine dair şahsi onayları alındı" dedi.
Göç karşıtı politikaları nedeniyle tepkileri üzerine çeken Trump yönetiminin, ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı İran'a bile göçmenleri sınır dışı etmesi soru işaretlerine yol açıyor. Ancak bu, taraflar arasında özellikle Trump'ın önceliklendirdiği konular söz konusu olduğunda, diplomatik mekanizmaların işletildiğini de gözler önüne seriyor.
İran rejimi ABD ile müzakere masasına oturur mu?
Peki İran rejimi ABD ile nükleer programı konuda müzakere masasına oturur mu?
Ayetullah Ali Hamaney'in ABD ile görüşme fikrini "tam bir çıkmaz sokak" olarak nitelendirerek reddetmesi ve üst düzey İranlı yetkililerin bu görüşü defalarca tekrarlaması, diplomatik çözüm umudunu gölgeliyor.
Güvenlik analisti Modarres'e göre İran rejiminden beklenti hem nükleer hem de balistik füze programlarının tamamen tasfiye edilmesi ve İran'daki din adamları Batı'nın daha azına razı olmayacağını biliyor.
"Bu programları tasfiye etmeyi kabul etmeleri halinde, onları desteklemeye devam eden tek grubun sadakatini kaybederler. Ve bu grup, küçük ama güçlü, ülkedeki baskıdan sorumlu olan ideolojik bir azınlık" sözlerini kaydeden Modarres'e göre rejim liderliği bu tabanı memnun etmek için her şeyi riske atacak, hatta savaşı bile göze alacak.
Güvenlik analistine göre rejiminin liderleri, ne pahasına olursa olsun, İran batık ve harap bir ülke haline gelse de yönetimde kalmak istiyor. Modarres, neden rejimin savaşı bile göze alabileceğine şu sözlerle açıklık getiriyor:
"Onlar şöyle düşünüyor: Batılı güçler saldırırsa, nükleer tesisleri ve füze üslerini kendileri değil dış güçler yok etmiş olacak. Bu sayede rejim asla teslim olmadığını, dış güçlerin saldırganlığının yaşananlara sebep olduğunu iddia edebilecek."
ABD Tahran'da rejim değişikliği için harekete geçer mi?
Uluslararası diplomasi kulislerinde ABD ve İsrail'in İran'a rejim değişikliği hedefiyle askeri harekat hazırlığında olduğu iddiası konuşuluyor.
Tahran'da da endişe hakim. ABD'nin Türkiye Büyükelçisi ve aynı zamanda Suriye ve Lübnan Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın geçen hafta yaptığı açıklama, İran'daki bu korkuyu daha da körükledi.
Barrack, konuşmasında İran ve Hizbullah'ı Washington'un düşmanları olarak nitelendirdi, ABD'nin "bu yılanların başlarını kesmesi gerektiğini" söyledi.
Uluslararası basında da, son günlerde İsrail'in İran'a saldırmasıyla Haziran ayında yaşanan 12 günlük savaş öncesinde olduğu gibi ABD'den bölgeye askeri sevkiyat olduğu haberleri yer alıyor. Siyasi analistler, ABD ve İsrail'in rejim değişikliği hedefiyle İran'a saldırmasının muhtemel olduğunu iddia ediyor.
Ancak güvenlik analisti Modarres, "Tarih, rejim değişikliğinin asla tek başına söylemden ibaret olmadığını, siyasi irade, kaynak ve sonrasına ilişkin bir vizyonun gerekli olduğunu gösteriyor" diyor.
Rejim değişikliğinin gerçek bir hedef haline gelmesi için kollektif bir karara dönüşmesi, bunun Beyaz Saray, Kongre, Amerika'nın güvenlik kuruluşları tarafından benimsenmesi ve müttefikleri tarafından da desteklenmesi gerektiğini söyleyen Modarres, sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Bunlar olmadan, gördüğümüz şey dönüşüm değil baskıdır. Yani rejimi zayıflatmak için yaptırım uygulanması, silah programlarının yavaşlatmak için gizli eylemlere girişilmesi, nüfuzunu azaltmak için diplomatik izolasyona tabii tutulması baskıdır... Bu adımlar İslam Cumhuriyeti'ni köşeye sıkıştırabilir. Ancak bu henüz ABD'nin resmi olarak rejim değişikliği doktrini olarak nitelendirilemez."
Ancak ABD daha önce de ilan ettiği hedeflere ulaşamadığı hamlelere girişti. Afganistan, Suriye ve Lübnan yakın geçmişte akıllara kazınan örneklerden bazıları. Üstelik dış politika hamleleri tartışmalara yol açan ABD Başkanı Donald Trump'ın bir siyasetçi olarak öngörülemez oluşu, bir askeri müdahale seçeneğinin tamamen dışlanmamasına yol açıyor.
Bundan sonra neler olabilir?
Bir kez daha uluslararası toplum tarafından tecrit edilen İran'da rejim sertlik yanlılarının belirlediği rotayı takip etmekte kararlı görünüyor.
Snapback mekanizmasının işletilmesi ve yaptırımların yeniden uygulanmaya başlanmasıyla birlikte yaklaşık 90 milyon nüfuslu İran bir kez daha BM Şartı'nın 7. Bölümü kapsamına giren ülke konumunda bulunuyor. Yani, "uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden ülke" olarak sınıflandırılıyor.
BMGK, uluslararası barış ve güvenliğin tehdit edilmesi halinde kuvvet içermeyen tedbirler alabileceği gibi kuvvet kullanmayı içeren tedbirler de alabiliyor. Örneğin 41'inci madde uyarınca konsey ekonomik, ulaşım, iletişim bağları ile diplomatik ilişkilerin kesilmesi yönünde tedbirler alabiliyor. Bunların yetersiz kalması halinde 42'inci maddede düzenlenen kuvvet kullanmayı içeren tedbirlere başvurulabiliyor. Bunlara hava, deniz veya kara kuvvetleri tarafından düzenlenecek operasyonlar da dahil.
Nükleer politikalar uzmanı Behrooz Bayat, "BMGK kararları ve İran'ın 7. Bölüm kapsamına alınması henüz bir savaşı haklı göstermez" diyor.
Bununla birlikte Bayat, sözlerini şöyle tamamlıyor: "Ancak dünyada her daim hukuki çerçevelere sıkı sıkıya da bağlı kalınmıyor."