1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git
PolitikaLübnan

Lübnan’ın kronik zafiyeti

Kersten Knipp
3 Ekim 2024

Lübnan hükümetinin, halihazırda kendi topraklarında yaşanan çatışmalar üzerinde neredeyse hiçbir etkisi yok. Ordunun durumu da Lübnan devletinin kronik zayıflığını yansıtıyor.

Yeşil bir arazi üzerinden yükselen beyaz dumanlar
İsrail'in Lübnan'ın Cizzin bölgesine düzenlediği bir hava saldırısı sonrasında yükselen dumanlarFotoğraf: Rabih Daher/REUTERS

Lübnan Başbakanı Necip Mikati, geçen hafta New York'ta Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin acil oturumunda yaptığı konuşmada, İsrail'in Lübnan'a karşı "kirli bir savaş" yürüttüğünü ilan etti. Mikati, İsrail'in Lübnan'da eşi benzeri görülmemiş bir şiddetten sorumlu olduğunu ve birkaç gün içinde "gençler, kadınlar ve çocuklar da dahil" yüzlerce sivili öldürdüğünü söyledi. Mikati, bu nedenle uluslararası desteğe sahip ve savaşı sona erdirmesi umulan, Fransa ile ABD'nin kaleme aldığı ortak bildirisine güvendiğini kaydetti. İsrail tarafı, bu yöndeki her türlü plan ve girişimi reddediyor.

Başbakanın konuşması, önemli bir gerçeği tekrar gözler önüne serdi: Lübnan hükümeti, İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışmalar karşısında büyük ölçüde güçsüz durumda. İsrail'in ya da Hizbullah'ın eylemleri üzerinde kayda değer bir etkisi yok. Lübnan hükümetinin ve Lübnan devletinin kronik zayıflığı, bugünlerde bir kez daha dramatik bir şekilde ortaya çıkıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Lübnan Başbakanı Mikati BM Genel Kurulu toplantısı sırasında ikili görüşüyorFotoğraf: Ludovic Marin/AFP/Getty Images

Uzun bir geçmiş

Bu zayıflığın uzun bir geçmişi var. Friedrich-Ebert-Stiftung'un Beyrut'ta yürüttüğü Ortadoğu Bölgesel Barış ve Güvenlik Projesi'nin başkanı Markus Schneider, "Lübnan, 20'nci yüzyılın başlarında Fransız koruyucu gücüyle ittifak halinde bir Hıristiyan-Maruni devleti olarak kuruldu" diyor ve ekliyor: "Doğuştan gelen kusur, bu devletin Maruni olmayan nüfusun yaşadığı geniş alanları da içermesiydi. Mezhepçilik, nihayetinde nüfusun diğer kesimlerini devlete entegre etmek için bir uzlaşmaydı. Ancak bu, güçlü bir ulus devletin oluşmasını engelledi."

Bu mezhepsel yapı, 1975 yılında patlak veren ve ülkenin en büyük üç mezhebi olan Şiiler, Sünniler ve Maruni Hıristiyanları karşı karşıya getiren Lübnan iç savaşıyla daha da güçlendi. Savaşın 1990'da sona ermesinin ardından, nüfus gruplarının çıkarlarını eşitlemek için dengeli bir mezhep sistemi uygulamaya konuldu.

Marcus Schneider, şu tespiti yapıyor: "Bu sistem, söz konusu grupların sürekli olarak kendi çıkarlarını diğer grupların aleyhine olacak şekilde savunmaya çalışmasına yol açtı. Bu da devleti zayıflatmaya devam etti. Örneğin, ülkenin 2022'den bu yana bir cumhurbaşkanı üzerinde anlaşamaması bunun bir göstergesi."

Ülke genelindeki yaygın yolsuzluk çarkı da bölünmelerle bağlantılı. Schneider, "Kendi ülkesindeki ve kendi kurumlarındaki merkezkaç güçlere karşı harekete geçen güçlü bir devlet yoksa, herkesin kendine hizmet ettiği oligarşik bir sistem kolayca ortaya çıkar" diyor.

Başına buyruk Hizbullah

Ülke, ABD, Almanya ve bazı Sünni Arap devletleri tarafından "terör örgütü" olarak sınıflandırılan Şii Hizbullah'ın varlığından muzdarip. 1982 yılında Lübnan iç savaşı sırasında kurulan örgüt, en başından beri İran tarafından, özellikle de askerî olarak yoğun ve etkin şekilde desteklendi.

Washington merkezli Wilson Center, 2022 yılında Hizbullah'ın silahlı kanadını "Ortadoğu'daki ve belki de tüm dünyadaki en zorlu devlet dışı askerî aktör" olarak tanımlamıştı. Geçen sonbaharda Gazze savaşının başlamasının ardından başına buyruk olarak hareket eden Hizbullah, Lübnan nüfusunun geri kalanına danışmadan İsrail'e saldırdı. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi'nden Ortadoğu uzmanı Kelly Petillo, Şii milislerin temel yaklaşımını özetleyerek "Hizbullah, Lübnan'ın siyasetini rehin almış durumda" değerlendirmesini yapıyor.       

Başkent Beyrut'ta bir Lübnan askeriFotoğraf: Elisa Gestri/Sipa USA/picture alliance

Zayıf ordu

Devletin zayıflığı, Lübnan Silahlı Kuvvetleri'nin (LAF) pasifliğine de yansıyor. Ordu, özellikle güney Lübnan'da büyük bir ikilem içinde. BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanarak BM barış gücüyle (Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Geçici Gücü, UNFIL) birlikte çalışıyor. Her iki güç de 15'er bin askerden oluşuyor. Bu gücün bölgedeki varlığı, 2006'daki Lübnan Savaşı ile bağlantılı: O dönemde İsrail, Lübnan'ın güneyindeki mevzileri işgal etmişti. Eğer İsrail birlikleri günün birinde geri çekilirlerse bir tane bile silahlı Lübnanlı milisinin bu mevzilere girmesinin engellenmesi amaçlıyor.

Karşılıklı varılan mutabakat çerçevesinde, söz konusu bölgede sadece Lübnan hükümeti tarafından yetkilendirilmiş birlikler bulunacak. Ancak Hizbullah, şu ana kadar bu anlaşmaya uymuyor ve bölgedeki varlığını hâlâ sürdürüyor.

Askerî açıdan Lübnan ordusu oldukça güçsüz. Nitekim dünya çapındaki ulusal orduların gücünü karşılaştıran Küresel Ateş Gücü Endeksi sıralamasında Lübnan ordusu, 145 ordu arasında 118'inci sırada yer alıyor. Endekste 17'nci sırada yer alan İsrail ordusuna karşı ciddi bir direniş gösteremeyeceği gibi Hizbullah'ı askerî olarak kontrol altına alabilecek bir konumda da değil. Marcus Schneider "Bu durum, muhtemelen Lübnan'ı bir iç savaşa sürükleyecektir" öngörüsünde bulunuyor.

Ancak Lübnan ordusunun en büyük sorunu siyasi. Schneider, tek bir mezhebin elinde olmadığı için ordunun, ülkedeki nadir "mezhepler üstü" kurumlardan biri olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Ancak ordu da elbette ulusal ve ekonomik kriz nedeniyle zayıfladı. Bu nedenle örneğin maaşlar konusunda mali olarak destekleniyor. Temel endişe, ordunun çökmesinin Lübnan devletini de çökertebileceği yönünde. Ancak unutulmamalı ki ordu, devletin siyasi sorunlarını çözemez."