Hayatımda ilk tanıdığım gay çift, annemin arkadaşlarıydı. Amerikalı'ydılar, ama uzun süredir İstanbul'da yaşıyorlardı. İkisi de gazeteciydi. Herhalde ben onları tanıdığımda 60'larındaydılar. Kimse bana "Bak Banu, bunlar gay bir çift" demedi. Zaten bir çocuk olarak, tanıştığım kişinin cinsel yönelimini sorgulamak da aklıma gelen bir şey değildi. Zamanla beraber yaşayan bu iki adamın birbirine ne kadar derin bir sevgiyle bağlı olduğunu hissetmeye başladım. Onlar hayat arkadaşıydı. Önce biri hastalandı ve erkenden göçtü, gitti. Diğeri de bir süre sonra hayata veda etti. Her ikisi de merakları, birikimleri, sohbetleri bende de, abimde de güzel izler bıraktı.
Aradan yıllar geçti, bir gün işyerindeki bir arkadaşım, Mehmet, bir öğle yemeğinde bana gay olduğunu söyleyiverdi. Sevgilisiyle beraber yaşıyordu. Kısa süre sonra sevgilisiyle Caner ile de tanıştım. İkisi de çok yakın dostlarım oldu. En temel hakları olan cinsel kimliklerini gizlemeden varolmak konusunda, her alanda verdikleri mücadeleye, emeğe şahit oldum. Caner'in içinden şahane bir yazar çıktı; kendi hayatından izlerin de olduğu hikaye ve romanlarında, toplumsal hayatın tam da orta yerinde duran, ama çoğunluğun görmezden gelmeye çalıştığı LGBTİ+ bireylerin varlığını hatırlattı. Mehmet Binay ve Caner Alper'i yaptıkları filmler, aldıkları ödüllerle belki sizler de tanıdınız. İlk sinema filmleri Zenne'yi, benim de onlar aracılığıyla kısaca tanıştığım Ahmet Yıldız'ın acı hikayesinden yola çıkarak yapmışlardı.
Ahmet Yıldız Marmara Üniversitesi'nde Fizik Bölümü'nde öğrenciydi. 15 Temmuz 2008'de, 26 yaşındayken, sokak ortasında kurşunlanarak öldürüldü. Evinin önünde, arabasının içinde, dondurma almaya giderken. Ailesi cenazesini almaya gelmedi. İpuçları da fail olarak aileyi, babayı gösteriyordu. Caner Alper, Zenne filmiyle ilgili bir söyleşide, "Bazen 'Beni öldürecekler' diye girerdi kapıdan" demişti. Ahmet savcılığa suç duyurusunda da bulunmuştu, ama korunmamıştı. Cinayet davası 2009 yılında açıldı. Sanık olan baba Yahya Yıldız kaçmıştı, Irak'ın kuzeyinde olduğu tespit edildi, ama Türkiye'ye iadesi sağlanmadı. Türkiye'de ilk gay namus cinayeti olarak kayda geçen Ahmet Yıldız cinayeti davası, 33 duruşmanın ardından hâlâ sonuçlanmadı, biliyor musunuz? Ahmet'in tek isteği, herkes gibi hayatını yaşamaktı.
Ahmet'in hikayesini biliyoruz. Daha bilmediğimiz ne hikayeler var, tahmin etmekte bile zorlanıyorum. Bu elbette sadece erkeklerin dramı değil. Lezbiyen kadınlar da çoğunlukla ailelerinden ve toplumdan gizlenmek zorunda kalıyorlar. Onların hikayeleri belki daha az anlatıldı. Trans bireyler? Onların mücadelesi bambaşka. Can güvenlikleri olsun, ayrımcılığa uğramadan okusunlar, çalışabilsinler, önlerine konan tek seçenek seks işçiliği olmasın diye mücadele ediyorlar.
Onur Haftası ve yürüyüşleri bu yüzden önemli. Türkiye'den Macaristan'a, Polonya'dan Rusya'ya varlığı için ataerkil düzenin devamına muhtaç olan muhafazakar hükümetlerin yok saydığı bu insanların var olduğunu göstermek için! Nefrete karşı, sevginin ve aşkın kazanabilmesi için! LGBTİ+'nin varlığını göstermek ve her bir bireyin hayatını onurlandırmak için. Bu yürüyüşlerde çocuklarıyla beraber yürüyen anne babalar da var ve sayıları gittikçe artıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan istediği kadar "LGBT, yok öyle bir şey" derse desin, LGBT ve hatta İ ve Q, hepsi var, her zaman da varolacaklar. Bu gerçeği reddeden, bu Onur Yürüyüşü'nde olduğu gibi polis şiddetiyle varlıklarını görünmez kılmaya çalışan iktidarlar ise, tarihe insan hakları ihlalleriyle geçecekler. Sicillerinde, bugün Onur Yürüyüşü'nü takip ederken polis tarafından boğazına basılarak, ters kelepçeyle gözaltına alınan foto muhabiri Bülent Kılıç'ın ve bu anı görüntüleyen yurttaşların fotoğraf ve videoları da eşlik edecek.
LGBTİ+'nin görünürlüğünü ve varlığını yasaklayan kanunları geçiren Macaristan, Polonya ya da İstanbul Sözleşmesi'nden toplumsal cinsiyet eşitliği kavramından duyulan korkuyla çekilen Türkiye'deki hükümetler aslında bugünden tarihte yerini aldı.
Bu hak mücadelesini Almanya Milli Takımı kalecisi Manuel Neuer'in pazu bandındaki gökkuşağı renkleri kazanacak.
Banu Güven
©Deutsche Welle Türkçe