1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

OHAL şartları, açlık grevlerini tetikliyor

22 Mayıs 2017

Türkiye'de geçmişte siyasi mahkumların başvurduğu açlık grevi, bireysel hak talebinde bulunanların sesini duyurma aracına dönüştü. Uzmanlar "OHAL'de hukuk işlemeyince son çare olarak açlık grevi gündeme geliyor" diyor.

Türkei Hungerstreik - Nuriye Gülmen & Semih Özakca
Fotoğraf: DW/H. Köylü

Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevlerinden ihraç edilen ve işlerine geri dönmek amacıyla 75 gündür Ankara'daki Yüksel Meydanı'nda açlık grevi yapan akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça'nın gözaltına alınması ile gözler bir kez daha Türkiye'de OHAL uygulamalarını protesto etmek için başlatılan açlık grevlerine çevrildi. Gülmen ve Özakça'nın yanı sıra Tunceli'de 7 Kasım 2016'da savaş uçaklarıyla düzenlenen hava harekâtında öldürülen 11 DHKP-C'liden biri olan Murat Gün'ün babası 70 yaşındaki Kemal Gün de oğlunun cenazesini alabilmek için Seyit Rıza Meydanı'nda başlattığı açlık grevinde 90. güne ulaştı.

Türkiye'deki açlık grevlerinin geçmişte büyük çoğunlukla cezaevlerinde siyasi mahkumlar tarafından yapıldığını hatırlatan uzmanlar, OHAL şartlarının ağır hak ihlaline uğrayan ve hukuktan sonuç alamayan bireyleri de açlık grevi yapmaya ittiğini belirtiyorlar. Hükümet kanadı ise şimdilik açlık grevlerine karşı sessizliğini korurken, Gülmen, Özakça ve Gün'ün sağlık durumunun kritik eşiğe ulaştığı belirtiliyor.

90'lardaki açlık grevi eylemlerini yakından yaşamış isimlerden biri olan Türk Tabipler Birliği (TTB) Genel Sekreteri Dr. Sezai Berber, "Bir hekim olarak açlık grevini onaylamamız veya özendirmemiz mümkün değil. Ancak hak talebi ile açlık grevi yapan insanları zorla kararından vazgeçirme hakkına da sahip değiliz" diyor. Türkiye'de açlık grevlerinin geçmişteki örneklerinde de olduğu gibi hak talebi ile başvurulan tüm yol ve yöntemler tükenince gündeme geldiğini ve özellikle cezaevlerinde siyasi mahkumlar tarafından gerçekleştirildiğini hatırlatan Berber, "Bugün ise hala cezaevlerinde zaman zaman açlık grevleri olsa da, artık dışarıda da hukuk yollarından sonuç alamayan insanlar son çare olarak açlık grevi eylemine başvuruyor" diye konuşuyor.

"OHAL'deki hak ihlalleri tetikledi"

Türkiye'de 15 Temmuz sonrasında yaşanan OHAL döneminde bireylerin maruz kaldığı hak ihlallerinde patlama yaşandığını dile getiren Dr. Sezai Berber, "İnsanların hukuk yoluyla haklarını alma imkanı kalmadı. Bu durumda olan onbinlerce insan olduğunu biliyoruz. İşini kaybeden, haklarında dava açılan, somut deliller olmadan suçlanan insanlar da hakkını aramak için açlık grevi ile canını ortaya koyuyor" şeklinde konuşuyor.

Türk Tabipler Birliği Genel Sekreteri Dr. Sezai BerberFotoğraf: privat

Bireylerin hak mücadelesi için açlık grevine başvurmasının toplum psikolojisi açısından da ağır sonuçlar ortaya çıkardığını ifade eden Berber'e göre, Gülmen ve Özakça'nın sokak ortasında yaptığı açlık grevi eylemi oradan geçen tüm insanlar için bir vicdan muhasebesine dönüşmüş durumda. Berber, şunları söylüyor: "Dünyanın, Türkiye'nin dört bir yanından 'açlık grevini bırakın' çağrıları geliyor. Ana akım medyada kendine yer bulamasa da sosyal medyada yüzbinlerce insan destek açıklaması yapıyor, gelişmeleri günü gününe takip ediyor. Herkesin bir kulağı bu açlık grevlerinde olmaya başladı."

Berber'in verdiği bilgilere göre açlık grevine dayanabilme kapasitesi, alınan sıvı miktarı, şeker ve tuz kısıtlaması ve hareketlilik ile doğru orantılı olarak değişiyor. 2000'lerde dönüşümlü olarak yapılan açlık grevi eylemlerinde 300 güne ulaşanların olduğunu hatırlatan TTB Genel Sekreteri Berber, şöyle konuşuyor: "Ancak şimdi, kamuya açık, enfeksiyon bolluğu olan yerlerde açlık grevi yapılıyor. Eylemciler sürekli ışığa maruz kalıyor ve hareket etmek zorunda kalıyor. Oysa cezaevlerinde yapılan açlık grevlerinde mahkumlar, bir köşeye çekilir ve yataklarında hareket etmeden bu eylemi yapardı. Dolayısıyla bugün yaşanılanlar, bildiğimiz açlık grevlerine benzemiyor. Bu nedenle 80. güne doğru giden Gülmen ve Özakça ile 90. güne ulaşan Kemal Gün'ün durumu kritik aşamada."

"İktidar sessiz kalıyor"

Açlık grevinin çoğunlukla literatürde "siyasi mahkumlar tarafından otoriteye karşı çeşitli siyasal ya da toplumsal istemler için gönüllü olarak tek tek veya toplu halde gıda alımının durdurulması" olarak tanımlandığını kaydeden Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ümit Biçer ise, "Türkiye'de sıklıkla cezaevlerinde mahpusların seslerini duyurmak için başvurdukları açlık grevleri, bugün akademisyenlerin, memurların ve acılı babaların meydanlardaki sessiz çığlıkları oluyor" diyor.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Ümit Biçer Fotoğraf: privat

Açlık ve yetersiz beslenmenin temel besin maddeleri ve vitaminlerin eksikliğine yol açarak vücutta ağır yıkımlara, ölümlere ve özellikle nörolojik hasarlara neden olduğunu ifade eden Dr. Biçer, uzun süreli açlık çeken bireylerde vücudun devamlı yağ ve kas kaybına uğradığını, iskelet, kalp kası ve böbreklerde geri dönüşü olmayan hasarlara yol açtığını belirtiyor. Bir insanın onurunu koruyabilmek, sesini duyurabilmek için yemek yememesinin, tüm yolların tükendiğine işaret ettiğini vurgulayan Biçer, şunları söylüyor:

"Oğlunun kemiklerinin kendisine verilmesi için Kemal Gün'ün, işlerine dönmek için akademisyen Nuriye Gülmen ile Semih Özakça'nın yaptığı açlık grevleri bu duruma gelindiğini anlatıyor. İktidarın derin sessizliği ve umarsızlığı karşısında son çare olarak insanlar bedenlerini ölüme yatırıyorlar. Açlık grevcilerinin sessiz çığlıklarına seyirci kalmak o toplumun ortak değerlerinin ölümüne de seyirci kalmaktır. En temel hakkın yaşam hakkı olduğu düşünülürse; iktidarı bir an önce haksızlıklara ve hukuksuzluklara yol açan OHAL'i kaldırması, barış, demokrasi ve adil bir ortam sağlaması için göreve davet etmek gerekiyor."

Türkiye'deki açlık grevleri

Türk Tabipler Birliği (TTB) verilerine göre, Türkiye'de açlık grevlerinin toplumsal bir gündem haline gelmesi, ilk kez 1980 darbesi sonrasında oldu. 1982 yılında cezaevlerinde yaşanan ağır insan hakları ihlallerine dikkat çekmek için Diyarbakır Cezaevi'nde beş kişi, açlık grevinde hayatını kaybetti. Yine Diyarbakır Cezaevi'nde 1984 yılı başında ve 54 gün süren açlık grevinde 2 kişi can verdi. Aynı yıl Haziran ayında ise, bu kez Sağmalcılar Cezaevi'nde 4 mahkum açlık grevi sonucu öldü. 1995 yılında 20'yi aşkın cezaevinde 5 binden fazla mahkumun katılımı ile başlatılan açlık grevinde 2 kişi yaşamını yitirirken, 1996 yılında yine cezaevlerinde gerçekleştirilen açlık grevlerinde 12 kişi öldü. 2000 yılında F tipi cezaevlerini protesto için başlatılan açlık grevleri ise, kanlı bir operasyonla sona erdirildi. "Hayata Dönüş" adı verilen operasyon sonucunda açlık grevi yapan 28 mahkum can verdi. Son yıllarda ise, PKK'li mahkumlar Abdullah Öcalan'ın sağlık durumu için pek çok kez açlık grevi eylemi yaptı.

Cezaevlerinde siyasi mahkumların yaptığı açlık grevleri dışında, kamuoyunun gündemine gelen bireysel açlık grevi ise 2006'da avukat Behiç Aşçı tarafından gerçekleştirildi. F tipi sistemini protesto etmek için açlık grevine başlayan Aşçı, eylemini 294 gün boyunca devam ettirdi. F tipi cezaevlerinde sosyal alanlarda mahkumların haftada 5 saat olan birlikte zaman geçirme süresinin 10 saate çıkarılması sonrasında Aşçı, eylemine son vermişti.

 

Aram Ekin Duran/İstanbul

©Deutsche Welle Türkçe

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik