1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

"Toplum bu gidişatın durması ve değişim istiyor"

4 Aralık 2021

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun erken seçime çağrı mitinglerinin ilki Mersin'de başlıyor. Peki erken seçim Türkiye'nin sorunlarını çözer mi? Toros Üniversitesi'nden Prof.Dr. Ahmet Özer DW Türkçe'ye değerlendirdi.

Arşiv
ArşivFotoğraf: CHP

Türkiye'de ekonomik gelişmeler, Türk Lirası'ndaki değer kaybı ve hızla artan hayat pahalılığı son günlerin en çok konuşulan konuları. Muhalefet, hükümetin sorunları daha çok çıkmaza soktuğunu belirterek erken seçim istiyor. Ancak, iktidar partisi AKP ve Cumhur İttifakındaki ortağı MHP, erken seçime kesinlikle karşı çıkıyor. CHP, MYK toplantısında karar verilen mitingler ile erken seçim talebini meydanlara taşımayı hedefliyor. İlk miting ise CHP'nin güçlü olduğu Mersin'den başlıyor. Peki, Mersin mitingi ne anlama geliyor ve erken seçim gerçekten Türkiye'nin sorunlarını çözer mi? Toros Üniversitesi'nden Sosyolog ve Siyaset Bilimci Prof. Dr. Ahmet Özer DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

DW Türkçe: Kılıçdaroğlu erken seçime çağrı mitinglerini başlatmak için neden Mersin'i tercih etti?

Prof. Dr. Ahmet Özer: Büyük bir mitingle çıkış yapmak istiyor. Bir ilgi olduğu da görülüyor. Çünkü daha önce Cumhurbaşkanı burada bir miting yapmıştı, çok sönük geçmişti. Özellikle ekonomik krizin bunalıma evrildiği bir süreci yaşıyoruz. Bu nedenle bir erken seçim talebi var. Toplumda da aslında var. Yani toplum artık bu gidişatın durması ve bir değişimin olmasını istiyor. Fakat iktidar denediği bu yeni politikayla kendine göre bir çıkış aramaya çalışıyor. O nedenle Kılıçdaroğlu hem buradan bu mesajı vermek hem de güçlü bir çıkış yapmak üzere Mersin'e geliyor.

Kılıçdaroğlu'nun Türkiye İstatistik Kurumuna (TÜİK) gitmesi ve içeri alınmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kılıçdaroğlu, ana muhalefet partisi lideri ve iktidar adayı. Öyle görünüyor ki, psikolojik üstünlük de muhalefete geçti. Gelecekte böyle bir devir-teslim söz konusu olabilir. Doğal olarak gelecekteki restorasyonu yapabilmek, Türkiye'yi bu cendereden refaha kavuşturabilmek için tahrip edilmiş kurumları düzeltmek, olan biteni anlamak onun da hakkı. O nedenle bu girişimin bu şekilde engellenmesini doğru bulmuyorum.

CHP Genel Başkanı'nın TÜİK'e girememesinin siyaseten anlamı nedir?

Bu, aynı zamanda gelecekte iktidarın kendi iktidarını daim edebilmek için baskıları artıracağının sinyali olabilir. Çünkü bir ana muhalefet partisi genel başkanı bile bu muameleye muhatap kalıyorsa, o zaman vatandaş neler yaşayabilir diye bir endişe geliyor gündeme. Oysa bu iktidar iş başına gelirken yasaklarla, yolsuzluklarla, yoksullukla savaşacağını belirtmişti. Şimdi geldiğimiz noktada hem yasaklar var hem yolsuzluklar ayyuka çıkmış durumda hem de yoksulluk arttı. Dolayısıyla bir an önce Türkiye'nin bu kutuplaşmadan, bu baskı ortamından, bu güvenlikçi politikalardan çıkıp, refah üreten ve bu refahı tabana yayan bir hale gelmesi talebi, beklentisi söz konusudur diye düşünüyorum.

İktidar 2023'ten önce kesinlikle seçim yapılmayacağını söylüyor. Ancak muhalefetin de erken seçim ısrarı var. Ekonominin böyle olduğu bir durumda seçim mümkün mü?

Türkiye'de gördüğümüz bir takım fay hatları var. Bunlar nedir? Kürt-Türk, Alevi-Sünni, laik-muhafazakâr kesimler. Son yıllarda bir kutuplaşma gelişti. Şimdi de bir başka fay hattı özellikle ekonomide yaşanıyor. Cumhurbaşkanı, faiz indirimiyle Türkiye'ye yatırımların geleceği, yatırımlarla beraber üretimin artacağı, üretimle beraber istihdamın yükseleceği şeklinde bir fikre ve modele sahip ve bunda ısrar ediyor. Bu da topluma yüksek enflasyon ve pahalılık olarak yansıyor. Önümüzde de bir seçim var. Varsayalım Cumhurbaşkanı'nın dediği model başarılı olsa bile seçime kadar sonuç vermesi düşünülemez. O halde bunda neden böyle ısrar ediyor, bu henüz anladığımız bir konu değil. Bu hal devam ettiği takdirde muhalefet partilerinden itirazlar yükseldiği gibi toplumdan da birtakım itirazlar yükselecek.

Bu itirazlar ne olacak mesela?

Toplum tek adama dayalı Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini benimsemedi. Özellikle hem genel başkan hem Cumhurbaşkanı'nın aynı şahsiyette toplanmasını istemedi. Ayrıca Türkiye bu modelle uçacaktı, çakıldı. Âdem-i merkeziyetçilik olacaktı, merkeziyetçi bir yapıya gidildi. Sorunlar çözülecekti çözülmedi. Kürt sorunu mesela çözülüyormuş gibi yapıldı, çözülemedi. Bugün de yok deniliyor. Aynı şekilde Alevilerle ilgili çalıştaylar yapıldı. O sorun da çözülemedi. Ortadoğu'daki problemler başta olmak üzere sıfır problemli bir dış politika denildi. Bugün Türkiye'nin etrafındaki bütün ülkelerle büyük sorunlar yaşadığı bir ortamdan geçiyoruz. Yani içeride ve dışarıda birikmiş olan sorunlar çözülemedi. Bunları çözmesi gereken, hatta bir değişim yapma vaadi ile gelen AK Parti, değiştirmesi gereken devleti değiştiremedi. Kendisi değişti, ona entegre olmaya, ona adapte olmaya, onun gibi olmaya çalıştı. Bunda tabii MHP'nin de rolünü söylemek lazım. Çünkü bugün uygulanan güvenlikçi politikalarda ısrar eden parti MHP'dir. AK Parti de sayı meselesinden ona adeta rehin düşmüş durumda.

Peki, tüm bu sorunlar erken seçimle çözülebilir mi?

Sorunları çözmesi gereken model ve siyasi partiler maalesef kendileri çözülmesi gereken sorunun bir parçası haline geldiler. Bütün bu sorunların üstesinden gelecek yeni bir çıkış nedir? Yeni bir çıkış seçimdir. Tabii seçim tek başına bir kurtuluş da olmayabilir. Seçim bir fırsat sunuyor. Neyin fırsatını sunuyor? İşte "tedbili mekânda ferahlık vardır" deyip yeni bir çıkış, aynı zamanda bu güven bunalımı aşıldığı takdirde ekonominin düze çıkacağı, biraz refaha çıkabileceğimiz umudunu içinde barındırıyor. Ama aynı zamanda bir riski de içinde barındırıyor.

Bu riskler nedir?

Mevcut iktidar geçmişte birtakım vaatlerle işbaşına gelmişti. "Biz Millî Görüş gömleğini çıkardık, artık demokrasi ara durak değil" diyerek bir kopuş yaşamıştı. "Biz Avrupa Birliği'ni Hristiyanlar kulübü olarak görmüyoruz. Bir değerler manzumesidir ve biz gireceğiz" demişti. Sonra, "Biz İslam dinarı söylemlerine itibar etmiyoruz, serbest piyasayı uygulayacağız ve Türkiye'yi küresel ekonomiye eklemleyeceğiz" demişti. Şimdi bakıyoruz ki, Millî Görüş'e geri dönüş var, Avrupa Birliği'nden kopuş var. Mevcut durumda aslında artık son zamanlardaki uygulamalarda serbest piyasadan da bir geri çekilme, tek kişinin belirlediği, Merkez Bankası'nın bir çeşit zapturapt altına alındığı bir döneme girdik. Bu da AK Parti'nin aslına rücu ettiğini gösteriyor. Eğer seçim kaybedilirse, şimdiye kadar bir sistem değişikliği, bundan sonra bir rejim değişikliğine giderse yapılacak olan işler atılacak olan adımların meşruiyeti haline getirebilir seçimi.

Muhalefet bu durumda ne yapmalıdır?

Eğer muhalefet sorunlarla ilgili hazırlık yapmazsa, seçimi kazandıktan sonraki yol haritasını netleştirmezse, beş-altı parti muhalefet olarak bir koalisyona gelecekse şimdiden temel ilkelerde neler yapacakları konusunda bir anlaşma yapmazlarsa o zaman gelen gideni aratabilir. O zaman kazanarak kaybetmek söz konusu olabilir. Bir değişim beklentisi var ve seçim olduğu takdirde bir değişim olacak gibi görünüyor. Ama burada önemli olan değişimin yönü, hızı, niteliği nasıl olacak? Bunların behemehâl belirlenmesi gerekir ve toplumun önüne böyle çıkılması lazım. Bu iki işe yarar, iki işlevi olur. Hem seçimin kazanılmasında fonksiyon oynar. Toplum daha net bir biçimde görür olan biteni. İki, işbaşına geldikten sonra kısa sürede birtakım hamlelerle o restorasyon dönemiyle bir geçiş süreci bitirildikten sonra rekabetçi döneme geçilebilir diye düşünüyorum.

 

Felat Bozarslan / Mersin

© Deutsche Welle Türkçe

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik