1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Reform Antlaşması son nokta değil

Bernd Riegert / Brüksel14 Aralık 2007

AB Reform Antlaşması AB liderleri tarafından Lizbon’da imzaladı. 2009'da yürürlüğe girecek Antlaşma'nın 27 üye ülke tarafından onaylanması gerekiyor. Gelinen süreci DW Brüksel temsilcisi Bernd Riegert yorumluyor...

Deutsche Welle Brüksel temsilcisi Bernd Riegert
Deutsche Welle Brüksel temsilcisi Bernd Riegert

Siyasetçilerin sözleri kulağa tanıdık geliyor: “Tarihi bir gün, dönüm noktası, yeni bir dönem, kriz aşıldı” tüm bu sözler, bundan üç yıl önce Roma’da diğer bir anlaşmanın altına imzalar atıldığında da söylenmişti. 25 ülkenin liderleri Avrupa Birliği Anayasası’nı, aynı Lizbon’da olduğu gibi, törenle imzalamışlardı. Ancak, Roma’da imzalanan Anayasa Antlaşması’nın başına neler geldiğini hepimiz biliyoruz. Fransa ve Hollanda’nın“hayır” demesi sonucu, bu Anayasa rafa kaldırılmıştı. Ardından, İngiltere ve Polonya gibi ülkeler de, anayasa projesine karşı çıkarak, süreci zora sokmayı başardılar.

Geçen iki buçuk yıl içinde yaşanan yoğun tartışmaların ardından, sulandırılmış anayasa hazırlandı ve sonunda Avrupa Birliği Anlaşması olarak sunuldu. Portekiz’in dönem başkanı olması nedeniyle de, “Lizbon Anlaşması” olarak adlandırıldı. Roma’da imzalanan anayasa ile Lizbon’da imzalanan anlaşma, aslında aynı şekilde değerlendiriliyor. Şimdi “antlaşmanın,” selefi “anayasa” ile aynı kaderi paylaşmaması ümit ediliyor.

Zira, önceki Dönem Başkanı Almanya Başbakanı Angela Merkel’in "değişim antlaşması" olarak nitelendirdiği Reform Antlaşması’nın devletler hukuku açısından bağlayıcı olabilmesi için, bir yıl içinde 27 üye ülke tarafından onaylanması gerekiyor. Şu aşamada, sadece İngiltere zorluk çıkartabilecek gibi gözüküyor. Ülkede Avrupa Birliği’ne kuşkuyla yaklaşanlar ısrarla halk oylaması yapılmasını talep ediyor. Başbakan Gordon Brown ise halkın anlaşmayı reddebileceğini bildiği için, referandum yapılmasını engellemeye çalışıyor. Zira, halk bu sözleşme ile oluşturulması öngörülen “süper Avrupa” masalına inanmıyor. Gerçekten de, zaman içinde, bayrak, ulusal marş gibi devletlerin sembolü olan unsurlardan vazgeçilmesi öngörülüyor.

Avrupa Parlamentosu Başkanı Hans Gert Pöttering, Lizbon’da, Avrupa Birliği’nin bilinen, aynı zamanda da gerçeği yansıtan bir ilkesini hatırlattı: Avrupalılar, aştıkları her krizle daha da güçlenmişlerdir. Bu Reform Sözleşmesi ile Avrupa Birliği’nin organlarının modernleştirilerek, genişlemekte olan Birliğe uygun hale getirildiği doğrudur. Fakat, bu sözleşmede, Avrupa Birliği’nin hangi yöne doğru genişlemesi gerektiği veya sınırlarına ilişkin ifadelerin yer almadığı da doğrudur. Şimdi Avrupa Birliği bu tartışmanın eşiğindedir. Nitekim, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de, en geç dönem başkanlığını yürüteceği 2008’in ikinci yarısında bu tartışmayı başlatmak istediğini duyurdu.

Avrupa Birliği’nin iki kanadı, bağların güçlendirilmesini isteyenlerle, en kısa zamanda Birliğin genişlemesinden yana olanlar arasındaki tartışmalar ise sona ermedi. Bu Reform Antlaşması, bir dönüm noktası olsa da, kesinlikle son nokta olamadı. Avrupa Birliği, önümüzdeki 50 yıl içinde bazen hızlı, bazen yavaş da olsa gelişmeye devam edecek. Lizbon’da imzalanan Reform Antlaşması son olmayacak. Ancak, ilk kez Avrupa Birliği’nden ayrılma olanağı sunan bu antlaşma, belki de Avrupa Birliği’ne kuşkuyla yaklaşanları teselli edecek.