1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Sanchez Amor: AB Türkiye’yi terk etmemeli

30 Kasım 2019

DW Türkçe’ye konuşan Avrupa Parlamentosu’nun yeni Türkiye raportörü İspanyol Nacho Sanchez Amor, Avrupa Birliği’nin Türkiye üzerinde nüfuz sahibi olmak için katılım sürecini devam ettirmesi gerektiğini savunuyor.

Fotoğraf: picture-alliance/AA/D. Aydemir

Avrupa Parlamentosu'nun (AP) yeni Türkiye raportörü, İspanyol sosyal demokrat parlamenter Nacho Sanchez Amor, Avrupa Birliği'nin (AB) Türkiye üzerinde nüfuz sahibi olmak için katılım sürecini devam ettirmesi gerektiğini söyledi. DW Türkçe’ye konuşan Sanchez Amor, Türkiye-Rusya yakınlaşmasının Türkiye-AB ilişkilerini zedeleyebileceği mesajını da verdi.

 

DW Türkçe: Türkiye-AB ilişkilerinin krizde olduğu bir dönemde neden AP Türkiye raportörü olmak istediniz?

Nacho Sanchez Amor: Türkiye’yle ilişkim yeni değil, bundan 5-6 yıl öncesine dayanıyor. Geçen yıllarda Türkiye’deki seçimleri gözlemlemek için AGİT bünyesinde görevlendirilmiş heyetlere başkanlık yaptım. Türkiye’ye defalarca gittim. Darbe girişiminden bir ay sonra Türkiye’yi ilk ziyaret eden yabancı parlamenterlerden biriyim. Şahsi bir gündemim yok. Türkiye konusunu şahsi bir çıkar veya reklam olarak kullanmak gibi bir niyetim de yok. Tek niyetim yardımcı olmak ve Türkiye dosyasını şu anda olduğu durumdan daha iyi bir konumda bırakmak. Bu yolda bazı sonuçlar elde edeceğimi düşünüyorum. Türkiye’ye karşı objektif bir yaklaşıma sahibim. Türkiye insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında kötü bir dönemden geçiyor. Buna rağmen kimi umut ışıkları da mevcut. Türkiye bizim daimi komşumuz, bunu değiştiremeyiz. Bu nedenle mevcut formatta ya da tahmin edilebilecek herhangi bir formatta daha iyi ilişkiler içinde olmayı denemeliyiz. Türkiye Avrupa için önemli bir ülke.

İyi niyetinize rağmen, AP’nin bir önceki yasama dönemi Türkiye-AB katılım müzakerelerinin askıya alınması çağrısıyla size adeta bir enkaz devretti...

AP'nin ‘müzakereler askıya alınsın' çağrısı son zamanlarda Türkiye’de hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve diğer temel hak alanlarında yaşananlardan kaynaklanıyor. Bu alanlarda durum daha da kötüleşti. Türk muhataplarım bana hep ‘darbe girişimi sonrası ülke olağanüstü döneme girdi, devlet kendini savunmalıydı’ diyor. Ben de ‘Önlem aldınız, peki, ya şimdi?’ diyorum. Bu psikolojik, yasal ve siyasi durumu böyle sürdürmek için mazeret kaldı mı? Çok şükür, darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Darbe girişiminin üstesinden gelindi. Bu döneme geri dönüleceğine dair bir emare de yok. O halde Türkiye için normalleşme dönemine dönüş vakti gelmiştir. Olağanüstü dönemde yapılanları bugün meşru kılacak koşullar ortadan kalktı. Fakat bugün de gerekçe terör kavramı üzerinde yoğunlaşıyor. Güvenlikle ilgili meşru kaygıları anlıyor, kabulleniyorum. Bir İspanyol olarak terörle mücadele nedir, iyi bilirim. Fakat bu, ordunuzu komşu ülkeye göndermek için bir pasaport değildir. AP bugünkü durum bundan bir ya da iki yıl öncesine oranla nasıl diye bakacaktır. Yanıt pozitif ise AP tutumunu gözden geçirir. Öyle değilse tutum değiştirmek de zor olacaktır.

AB, genişleme süreci ve Türkiye konusunda daha şüpheci yeni AP ile bu mümkün mü?

Avrupa genelinde Türkiye'yle ilgili önyargılar hızla yayılıyor. AP içinde Türkiye hakkında yeterli deneyimi ve bilgisi olmayanlar var. Şu anda Türkiye denince ilk akla gelen konu Suriye. Özellikle de yeni üye arkadaşlarımız için bu böyle. Türkiye hakkında olumlu veya tarafsız bir imaj edinmek için iyi bir durum değil. Türkiye AB’ye başka tür sinyaller gönderirse biz de konuyu yeniden değerlendiririz. Şu anda bu aşamada değiliz. Gazetecilere yönelik davalar devam ediyor. Bazı sivil toplum kuruluşlarına yönelik tehditler var. Ceza mahkemelerinin işleyişi inanılır gibi değil. Bunların da ötesinde Suriye’ye ordunun gönderilmesiyle uluslararası hukuk ihlal ediliyor. İlişkilerde yeni bir başlangıç için en iyi zeminde olunduğu söylenemez. Bunlara rağmen objektif bir rapor hazırlayıp, pozitif gelişmeleri de yansıtacağım.

Suriye neden bu kadar ön planda?

Suriye operasyonunu Avrupalıların anlaması çok zor. Elbette Sayın Erdoğan ile Sayın Putin çok iyi anlaşacaktır. Bunun bilincindeyim. Fakat Türkiye ülke olarak hangi yolda yürümek istediğini kendine sormalıdır: Rus yaşam standartlarında mı yoksa Avrupa yaşam standartlarında mı bir yola yönelmek istiyor? Tarih boşlukları sevmez. Boş bir alan yaratırsanız derhal başka güçler tarafından doldurulur. Trump yönetimi Rusya’nın derhal geleceğinin farkında mıydı bilmiyorum ama öyle görünüyor ki Sayın Erdoğan çok iyi biliyordu. Elbette Türkiye istediği yerden füze satın alabilir. Ancak Türkiye bir NATO ülkesidir. NATO yükümlülüklerine bağlı kalan bir Türkiye burada da daha iyi anlaşılır. Raporumda bu konulara yer vermeyeceğim fakat NATO üyesi iseniz ve AB üyeliğine aday ülke olarak kalmak istiyorsanız uymanız gereken bazı kurallar vardır. Güvenlik ve diğer birçok nedenden ötürü bazı NATO üyeleri Türkiye’nin kendi savunmasıyla ilgili bazı unsurları NATO dışından kimi ortaklarla paylaşmasını anlamakta güçlük çekiyorlar.

Mevcut aşamada gümrük birliği ve vize serbestisi dosyalarında ilerleme mümkün mü?

Türk muhataplarımız, ‘insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında sorun var ama gümrük birliğinin güncellenmesiyle yola devam edelim’ diyor. Bu bizim açımızdan o kadar kolay değil. Bu konular siyasi olarak birbirine bağlı. Sorunu çözmek için iyi bir atmosfer, iyi bir ortam yaratmıyorsanız, işte bu siyasi bölüm diğerine de bulaşır. İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü sorunlarına çözüm üretmek gümrük birliğinin güncellenmesi müzakerelerinden çok daha zordur. Vize serbestisi konusunda o kadar emin değilim, dosyanın son halini bilmiyorum. Fakat bu konunun da öyle olduğunu düşünüyorum.

Avrupa’da ve Avrupa kurumlarında Türkiye denince sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’a odaklanılmasına ne diyorsunuz?

Türkiye Erdoğan değil, Erdoğan da Türkiye değil. Avrupa’da sorun, kamuoyunda çoğunluk ve bazı siyasilerin cumhurbaşkanının ötesinde bir ülke olduğunu görmüyor olmasında. Ülke Erdoğan’ın şahsiyetinin gölgesinde. Ben şahsen yönetenler, iktidar partisi ve ülke arasında ayrım yapıyorum. İşte bu nedenle biz Avrupalılar, katılım sürecini sonlandırırsak Türkiye’deki Avrupa yanlısı güçleri terk edeceğimizin farkında olmalıyız. Türkiye üzerinde nüfuz sahibi olmak ve bu sosyal güçleri AB projesine bağlı tutmak için elimizdeki tek kaldıraç güç katılım süreci veya ileriye yönelik diğer ilişki yollarıdır. Bu nedenle Avrupalı meslektaşlarıma bu konunun sadece Erdoğan meselesi olmadığını söylüyorum. Erdoğan bugün lider ama arka planda bir ülke var. Umutları ve beklentileri olan bir ülke. Milyonlarca insan toplumu modernleştirme yolu olarak ve Türkiye’de yaşam koşullarının iyileşmesi için Avrupa’ya bakıyor. Avrupa ile Türkiye toplumu arasındaki en kuvvetli bağ olan bu insanları terk edemeyiz. Bazı AB fonlarını kessek bile sivil toplumun bu bölümüne yönelik fonları muhafaza etmeliyiz.

Kıbrıs sorununda gerginliğin tırmanmasını nasıl okuyorsunuz?

Kıbrıs Cumhuriyetini tüm gücümüzle destekliyoruz. Kıbrıs’a desteğimiz kimseyi şaşırtmamalı. Kıbrıs bizim ortağımız, bir AB üyesi. Kıbrıs askeri gemilerle (doğalgaz) arama yapmıyor. Haklı olduğunuzu düşünüyorsanız uluslararası meseleler, antlaşmalar veya deniz hukukuna bakan dünyadaki ilgili mahkemelere başvurursunuz. Fakat tek taraflı hareket edemezsiniz.

Kayhan Karaca / Strasbourg

© Deutsche Welle Türkçe

 

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik