SIPRI: Nükleer savaşı engellemek zorlaşacak
16 Haziran 2025
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) silahlanma ve uluslararası güvenlik durumuna dair yıllık değerlendirmesi olan 2025 Yıllığı'nın bulguları, olası bir nükleer savaş endişesini artıran veriler ortaya koyuyor.
İsrail'in Cuma günü İran'ın nükleer tesislerini hedef alan saldırılarından önce hazırlanan rapora göre,dünyada nükleer silaha sahip olan dokuz devletin neredeyse tamamı 2024 yılında mevcut silahlarını artırdı. Nükleer güçler ayrıca yeni silahlar da geliştirerek, yoğun nükleer modernizasyon programlarını sürdürdü.
En hızlı büyüyen Çin
Dünyanın nükleer güçleri, ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail olarak sıralanıyor. Rusya ve ABD, dünyadaki tüm nükleer silahların yüzde 90'ına sahip. SIPRI ayrıca, Çin'in artık en az 600 nükleer savaş başlığına sahip olduğunu ve nükleer cephaneliğinin diğer tüm ülkelerden daha hızlı büyüdüğünü tahmin ediyor.
SIPRI Direktörü Dan Smith, "Çin, son 30 yıldır her yıl askeri harcamalarını artıran tek ülke. Dünyada böyle başka bir ülke yok. Ve elbette Batı da Çin'le olan ilişkisini, tıpkı Rusya'yla olduğu gibi, yeniden değerlendirdi" değerlendirmesini yapıyor.
1980'lerin ortasında dünyada yaklaşık 64 bin nükleer savaş başlığı, bomba ve mühimmat bulunuyordu. Bugün bu sayı tahmini olarak 12 bin 241'e gerilemiş durumda. Ancak Smith'e göre bu eğilim tersine dönmek üzere. DW'ye değerlendirmelerde bulunan Smith, "Şu anda nükleer cephaneliklerde gördüğümüz en endişe verici gelişme, uzun vadeli azalma eğiliminin tersine döndüğüne dair işaretler. Nükleer savaş başlıklarının azalması trendi sona eriyor" diye konuşuyor.
Nükleer silahsızlanmanın sonu
1991'de Sovyetler Birliği'nin çökmesi ve Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte, emekliye ayrılan savaş başlıklarının nükleer envanterden çıkarılması, bunların yerine yeni başlıkların konması sürecinden daha hızlı bir biçimde gerçekleşmişti.
Nükleer silaha sahip devletlerin nükleer kapasitelerini modernize etmeleri alışıldık bir uygulama olsa da, Smith'e göre bu süreç, eski ABD Başkanı Barack Obama'nın son döneminden itibaren daha da yoğunlaştı. O günden bugüne, yeni nesil füze ve taşıyıcılara daha fazla yatırım yapılıyor.
Smith, "Zaten o dönemden birkaç yıl öncesinden itibaren, dünya genelindeki güvenlik ufku kararmaya başlamıştı ve nükleer silaha sahip devletler, bizim 'yoğun modernizasyon süreci' dediğimiz şeyi uygulamaya koymaya başlamışlardı. Yani ufak tefek oynamalar değil, güç yapılarında gerçekten köklü değişikliklerdi bunlar" değerlendirmesinde bulunuyor.
SIPRI araştırmacılarına göre, Ocak 2025 itibarıyla dünya genelindeki 12 bin 241 nükleer savaş başlığının 9 bin 614'ü askeri stoklarda yer alıyor. Bunlar ya füzelere yerleştirilmiş, ya operasyonel birliklerin bulunduğu üslerde, ya da merkezi depolarda konuşlanmış ve potansiyel olarak konuşlandırılabilir durumda.
Bu savaş başlıklarının tahminen 3 bin 912'si füze ve uçaklarla konuşlandırılmış durumda ve bunlardan yaklaşık 2 bin 100'ü yüksek operasyonel alarm durumunda, balistik füzelerde yer alıyor. Bu başlıkların neredeyse tamamı Rusya veya ABD'ye ait. Ancak SIPRI değerlendirmesi, Çin'in de artık bazı başlıkları füzelerde tutuyor olabileceğini yönünde.
SIPRI analistleri, giderek daha fazla devletin nükleer silah geliştirmeyi ya da bu silahları topraklarında barındırmayı değerlendirdiğini, nükleer statü ve strateji konularında ulusal tartışmaların yeniden canlandığını belirtiyor.
Buna yeni nükleer paylaşım düzenlemeleri de dahil: Rusya, Belarus topraklarına nükleer silah konuşlandırdığını öne sürüyor ve NATO müttefiki bazı Avrupa ülkeleri, ABD nükleer silahlarını barındırmaya hazır olduklarını ifade ediyor.
Türkiye'deki üslere atıf
SIPRI raporunda, bizzat nükleer silahlara sahip olmayan Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı hava üslerine de atıfta bulunuluyor.
"Yaklaşık 200 stratejik olmayan bombadan yaklaşık 100'ünün, 5 NATO üyesi ülkedeki 6 hava üssünde konuşlandırıldığı düşünülmektedir" denilen raporda, sözü edilen ülkeler Belçika, Almanya, İtalya, Hollanda ve Türkiye olarak sıralanıyor. Raporda, "Bu silahlar hâlâ ABD Hava Kuvvetleri'nin himayesindedir. Diğer yaklaşık 100 bomba ise ABD'deki merkezi depolarda tutulmaktadır" deniliyor.
Uluslararası güvenlik tehlikede mi?
2007 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Münih Güvenlik Konferansı'nda yaptığı konuşmada, ABD'nin egemen olduğu dünya düzenine, NATO'nun doğuya genişlemesine ve silahsızlanmaya karşı çıkmıştı. Ancak sadece iki yıl sonra, 2009'da, yeni seçilen ABD Başkanı Obama, Çekya'nın başkenti Prag'da yaptığı konuşmada nükleer silahlardan tamamen arınma hedefini duyurdu.
O konuşmasında, "Binlerce nükleer silahın varlığı, Soğuk Savaş'ın en tehlikeli mirasıdır" sözlerini sarf eden Obama, ABD'nin "nükleer silahlardan arınmış bir dünya yönünde somut adımlar atacağını" ve Rusya ile yeni bir Stratejik Silahların Azaltılması Anlaşması (New START) müzakere edeceğini söyledi. Söz konusu anlaşma imzalandı ve 2011'de yürürlüğe girdi.
Ancak Rusya'nın Şubat 2022'de Ukrayna'ya tam kapsamlı işgalinin ardından Biden yönetimi, ABD nükleer cephaneliğinin modernizasyonunu güçlü bir nükleer caydırıcılığı sürdürmenin birincil önceliği olarak tanımlayan 2022 Nükleer Duruş Belgesi'ni yayımladı. Şubat 2023'te de Putin, Rusya'nın New START anlaşmasına katılımını askıya alan yasayı imzaladı.
SIPRI uzmanı Smith, "2007-2008 yıllarından bu yana güvenlikteki gerileme yavaş yavaş birikiyordu. Bu 2014'te artarak devam etti ve 2022 Şubatında dalgalar çarpmaya başladı. Sanırım o an, birçok sıradan vatandaş bu on yıldan uzun süredir devam eden kötüleşmenin farkına vardı" diyor.
Yapay zeka işleri karmaşıklaştırıyor
SIPRI 2025 Yıllığı'nın girişinde, yapay zeka ve siber kabiliyetler ile uzay alanındaki yeni teknolojilerin yükselişi nedeniyle, yeni bir nükleer silahlanma yarışının Soğuk Savaş döneminden çok daha fazla risk ve belirsizlik taşıdığı uyarısında bulunuluyor.
Smith, "Gelecekteki nükleer silahlanma yarışı, sığınaklardaki füzeler, denizaltılardaki bombalar ya da uçaklardaki mühimmatlar kadar, yapay zeka, siber alan ve uzayla da ilgili olacak. Bu yarış donanım kadar yazılımla da ilgili olacak" değerlendirmesinde bulunuyor.
Bu durum, nükleer silahların ve stokların kontrol edilmesi ve izlenmesi meselesini daha karmaşık hâle getiriyor. Nükleer rekabet geçmişte esasen sayılara dayanırken, bugün sayılar nükleer kabiliyetleri ifade etmekte yetersiz kalıyor.
Yapay zeka ile ilgili bugüne kadar yürütülen tartışmalar, genellikle "katil robotlar" (Ölümcül Otonom Silah Sistemleri) ve Ukrayna savaşında kullanılan otomatik ya da yarı otomatik İHA'lar üzerine yoğunlaşırken, yapay zekanın nükleer silahlarla ilişkisi pek gündeme gelmiyor. Büyük miktarda bilginin çok hızlı işlenmesine olanak tanıyan yapay zeka teknolojileri, teoride karar vericilerin daha hızlı tepki göstermesini kolaylaştırma potansiyeline sahip. Ancak bu hayati bir riski de bünyesinde barındırıyor: Yazılımda ya da yalnızca makine öğrenimi ve yapay zekaya dayalı bir sistemde oluşabilecek küçük bir teknik arıza, nükleer kıyamete yol açabilir.
Olası bir nükleer savaşın engellenmesi de zorlaşıyor
Smith, "Sanırım burada bütün siyasi ve askeri liderlerin hemfikir olacağı, nükleer fırlatma kararının yapay zeka tarafından verilmesi yönünde bir kırmızı çizgi olmalı" diyor.
Smith, bu noktada Sovyet Teğmen Albay Stanislav Petrov örneğini hatırlatıyor. 1983 yılında Petrov, Moskova'nın 100 km güneyindeki Sovyet nükleer erken uyarı sistemi komuta merkezinde nöbetçiydi. Sistem, ABD'den bir kıtalararası balistik füze fırlatıldığını ve ardından dört füze daha geldiğini bildirdi. Neyse ki Petrov, uyarının yanlış alarm olabileceğini düşündü ve bilgiyi üst komutanlığa iletme konusunda temkinli davrandı. Tek bir teğmenin bu kararı, muhtemelen bir misilleme saldırısını ve küresel bir nükleer savaşı önledi. Smith, nükleer caydırıcılığın geleceği ile ilgili olarak şu soruyu yöneltiyor:
"Yapay zekanın hüküm sürdüğü bir dünyada Teğmen Albay Petrov'un yerini kim alacak?"