1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Tülay Hatimoğulları: Süreç muhalefetsiz olmaz

18 Haziran 2025

Çözüm sürecinde tıkanıklık mı var? İran-İsrail savaşı süreci nasıl etkileyebilir? İmamoğlu'nu ziyaret edecek olan DEM Parti muhalefete baskıya nasıl bakıyor? Tülay Hatimoğulları DW Türkçe'ye konuştu.

Tülay Hatimoğulları, çalışma masasında oturuyor.
Tülay Hatimoğulları Fotoğraf: Gülsen Solaker/DW

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, çözüm sürecinde şu anda bir "durağanlık" yaşandığını ve bunun TBMM'de işlevsel bir çözüm komisyonu kurularak aşılabileceğini söyleyerek, sürecin muhalefet olmadan mümkün olamayacağını vurguladı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ilk adımı atmasıyla Ekim ayında başlatılan yeni çözüm süreci kapsamında İmralı'da cezaevinde bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan 27 Şubat'ta örgüte kendini feshetme çağrısında bulunmuş ve PKK 12 Mayıs'ta kongresini toplayarak örgütü feshettiğini ve silahları bırakacağını duyurmuştu.

Hatimoğulları, süreçte gelinen son durum, karşılıklı beklentiler ve İran-İsrail çatışmalarının sürece olası etkilerinin yanı sıra CHP'li belediyelere yönelik baskılar ile cezaevindeki CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu'na yapacakları ziyaret gibi konularda DW Türkçe'nin sorularını yanıtladı.

Süreçte tıkanıklık mı var?

DW: Süreçte gelinen son durum nedir? PKK'nın silahları bırakma kararının ardından tarafların birbirinden somut bir adım beklentisi oluşmuş görünüyor ama bir başka adım da gelmedi. Bazıları süreçte tıkanıklık var diyor. Süreçte neredeyiz?

Hatimoğulları: Bir durgunluk olduğu gözüküyor aslında. O nedenle doğru bir tespit sizinki de. Ancak bu durgunluğa sürecin tıkanıklığı diyemeyiz tam olarak. Fakat sürecin daha hızlı ilerlemesini herkes çok istiyor. Mesela biz DEM Parti olarak sürecin çok daha hızlı ilerlemesi gerektiğinin altını çok çizdik ve özellikle 'bölgesel gelişmelerin bu sürece negatif yansımalarının olma olasılığı çok yüksek, o nedenle elimizi çabuk tutmalıyız' diyorduk. Tam da biz bunları derken İsrail-İran savaşı patlak verdi. Aslında birçok analizde böyle bir öngörü vardı.

Çözüme dair ve somut adımların atılmasına dair aslında Türkiye'nin çok fazla birikimi ve deneyimi var. Çünkü her ne kadar sonu beklendiği gibi olmasa da geçmişte yapılmış barış görüşmeleri, diyalog süreçleri var. Bütün bunlar Türkiye'ye ciddi bir birikim sağlamış durumda. Dolayısıyla bugün bu süreçte nasıl ilerlenmesi gerektiğini herkes biliyor aslında.

Dikkat ederseniz Sayın Bahçeli'nin de yaptığı açıklamalarda 'süreç zaman kaybetmeksizin somutlaşmalı' deniliyor, biz de aynı açıklamaları yapıyoruz. Gerek bölgesel gelişmeler gerekse içeriden kaynaklı olabilecek ve bu süreci enfekte edebilecek süreçlerin gelişmesinin tehlikesini görüyoruz. Bunu hepimiz görüyoruz. Yani bunu devlet kanadı da görüyor. MHP de görüyor. Biz de görüyoruz. Muhalefet kanadı da görüyor. Dolayısıyla herkesin öngördüğü bir şey bu. Herkesin öngörüsü buysa demek ki daha somut adım atılmalı. Bu açıdan baktığımızda evet bir yavaşlık söz konusu, bir durağanlık söz konusu.

Bu süreçte ama önemli adımlar da atıldı. Sayın Öcalan'ın çağrısı, PKK'nin kongresini yapıp kamuoyuna fesih kararını açıklaması bunlar çok tarihi gelişmeler. Şimdi bu tarihi gelişmelerin barışla neticelenmesi, silahsızlanma ve çatışmasızlıkla neticelenmesinin yolu karşılıklı bu adımları büyütmekten geçiyor. Bunu herkes biliyor, herkes söylüyor ama yapılmıyor.

Peki neden atılmıyor bu adımlar? Taraflar karşısından mı bekliyor ilk adımı? Mesela devletin PKK'dan beklediği bir somut silah bırakma adımı var… İki taraf birbirinden adım beklerse bu durum nasıl aşılacak?

Öncelikle şunu belirtmeliyim. Çatışmanın özneleri belli; devlet ve PKK. Sonuçta onların kendi içlerinde yürüttükleri diyalog çok önemli. Hani derler ya asıl barışı çatışanlar sağlar, hakikaten öyle. DEM Parti'ye düşen ve demokratik siyasete düşen en önemli görev bu sürecin, yani diyalog ve müzakere sürecinin olumlu yönde oluşması, ilerlemesi, derinleşmesi ve bir pozitif barıştan bahsetmek. Yani bize düşen görev bu. Hem DEM Parti olarak hem bütün demokratik siyaset olarak.

Bazen bizim sözlerimiz sanki başkalarının yerine ikame ediliyormuş gibi yorumlanabiliyor. Ancak PKK'nin ne dediğine baktığımızda; PKK diyor ki 'biz yapacağımız birçok şeyi yaptık şu ana kadar, bir iyi niyet göstergesi ve somut bir adım olarak hukuki bir sürecin işlemesini bekliyoruz' diyor, silahsızlanmanın başlayabilmesi için. Bizim ve bütün demokratik siyasetin görevi de bu adımların karşılıklı atılmasını her iki taraf için sağlamaktır.

Peki bu tıkanıklık nasıl aşılır? Sonuç itibariyle örgüt kendi kongresini yaptı, fesih kararı aldı ve silahsızlanma sürecine gireceğini söyledi. Ama bu sürece girebilmenin yolu Türkiye'de demokratikleşmeye ilişkin belli başlı adımların atılması, Sayın Öcalan'ın özgürlüğü. Bu şartlara bağladı, bu bilinen bir şey.

DEM Parti Eş Genel Başkanı Hatimoğulları, DW Türkçe'den Gülsen Solaker'in sorularını yanıtladıFotoğraf: Gülsen Solaker/DW

Peki bu sürecin sağlıklı ilerlemesi için biz ne yapmalıyız? Demokratik siyasetin daha aktif bir inisiyatif alması gerek. Somutlaştıracak olursak parlamentoda işlevli bir komisyonun oluşması. Bunu en baştan daha biz ifade ettik. Bahçeli'nin de bu konuda bir yaklaşımı oldu, önemli bir yaklaşımdı. Dolayısıyla atılacak en önemli ve en somut adım komisyondur; ama öylesine kurulmuş bir komisyon değil.

Çözüm komisyonu ne zaman kurulacak?

Bahçeli 100 üyeli bir komisyon dedi. Sizin komisyonun kompozisyonu ve şekline dair beklentiniz nedir?

Bizim muradımız; karar alma yetkisine sahip olan, yasayla kurulmuş bir komisyon. Çünkü böyle bir komisyon işlevli olur. Sayı konuşulur. Mesela bu konuda parlamentonun çok önemli deneyimleri var. İlk kez komisyon kurulmayacak, çok mühim deneyimler var. Fakat tabii ki bu komisyonun şöyle bir tarihi önemi ve özelliği olacaktır; 100 yıllık Kürt sorununun ve demokratikleşme meselelerinin Türkiye'de çözümüne somut anlamda katkı verecek bir komisyon olarak tarihe girebilir bu komisyon bu şekilde kurulursa. Bu anlamıyla belki diğer rutin komisyonlardan farkı bu olacaktır. O bakımdan gerçekten karar alabilen, etkili, yetkilendirilmiş bir komisyon olmasının çok büyük önemi var. Yoksa herhangi bir araştırma komisyonu gibi (olmamalı), bunlar biliyorsunuz karar alma yetkileri yok, raporlar sunuyorlar sadece.

Dolayısıyla bu sürecin tıkanıklığını nasıl aşabiliriz sorusunun en can alıcı yanıtı yasal anlamda parlamenter zeminde somut bir adımın atılması olur. O da böyle bir komisyonun oluşması ile mümkün olabilir diye düşünüyorum.

Komisyon için somut bir gelişme henüz olmadı, sanki netlik kazanmadı konu, size söylenen bir takvim var mı?

Bizim de bilgimiz dahilinde bir netleşme yok. Beklentimiz şöyleydi; Numan Bey bizi ziyaret ettiği zaman bunu kendisiyle de istişare ettik. Kamuoyuna da deklare etmişti. 'TBMM Başkanlık seçimi gerçekleşsin, akabindeki ilk işlerimizden birisi bu komisyonun oluşması' demişti. Bununla ilgili siyasi partilerden görüş alacağını söylemişti. Bu konuda henüz bir adım atılmadı. Atıldıysa da bizim bilgimiz yok. Yani atılmış olsaydı belli başlı adımlar, biz de bilgi sahibi olurduk diye düşünüyorum.

Dolayısıyla şimdi o süreçte de bir bekleme hali söz konusu. Bu bekleme halinin bir an önce bitmesi lazım. Özellikle yanı başımızdaki İran-İsrail savaşı, Ortadoğu'daki gelişmeler bizim hiç zaman kaybetmemeliyiz yaklaşımımızı pratikte teyit etmiştir. O yüzden hiç zaman kaybetmeksizin bahsettiğimiz komisyonla bir ilk adım atılabilir diye düşünüyorum.

İran-İsrail çatışması süreci nasıl etkiler?

Bu noktada İran-İsrail çatışmalarını sormak istiyorum. Sürece etkisi ne olabilir? Süreç biraz da bu tür bir savaş beklendiği için mi hesaplandı?

İsrail-İran savaşı bölgenin ve dünyanın bütün dengelerini etkileyecek bir savaş. Basit ve sıradan bir çatışma değil bu. Bölgenin en güçlü iki ülkesinden söz ediyoruz ve bu savaşın bölgeye etkileri çok yüksek olacak. Ama bütün dünya siyasetini de etkileyecek bir şey.

Bu savaşın çıkma olasılığını birçok kesim öngörüyordu uzunca bir zamandır, böyle bir öngörü vardı. Üçüncü Dünya Savaşı yaşanabilir gibi yaklaşımlar yabana atılacak yaklaşımlar değil. Çünkü şu an dünyanın içinden geçtiği iktisadi, askeri, politik, türbülanslar Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı evrelere çok benziyor. Dolayısıyla bu öngörü aslında birçok kesimde vardı. Hatta çoğu kesim bize şunu sordu; Bahçeli durup dururken niye geldi partinize selam verdi? Biz bu süreçle direkt ilgili olduğunu zaten o zaman da açıklamıştık. Bir kez daha pratik bizi teyit etti aslında. Sayın Bahçeli'nin de yapmış olduğu açıklamalardan da bu anlaşılıyor. Bizim de yaptığımız açıklamalardan aslında bu çok net anlaşılıyor.

Ortadoğu yeniden dizayn ediliyor. Sadece Ortadoğu'da değil kartlar bütün dünyada yeniden karılıyor. İttifak ilişkileri, ülkeler arası ve sermaye grupları arası ilişkiler yeniden şekilleniyor. Türkiye ise bölgedeki jeostratejik önemi yüksek bir ülke. Tarih boyunca hep öyleydi. Ama Türkiye'yi istikrarsızlaştıran en önemli sorun Kürt sorunu. Türkiye'nin gerek Avrupa ülkeleriyle gerekse ABD ve diğer bölgelerle ilişkilerini en belirleyen faktör Kürt meselesi. Dolayısıyla çok uzun yıllardan beri Türkiye'nin ayağındaki en büyük pranga bu sorun. Ve bu sorunu demokratik yöntemle çözerse, Türkiye'nin ayağındaki pranga ortadan kalkar, Türkiye rahatlar.

Türkiye bu sorunu geçmiş dönemde daha hızlı çözseydi ya da şimdi zaman kaybetmeden daha hızlı çözmeyi başarırsa bölgede pek çok açıdan açık ara birinci ülke olur. Devletin bir kanadı bunu görüyor, bundan eminim. Bu süreç de bu sebeple başladı.

Ortadoğu'da şu anda pek çok ülke ile ilgili gelişmeler oluyor. Suriye, Yemen, en son İran. İsrail bölgede tek güç haline gelmek istiyor. Dolayısıyla onun rakibi pozisyonunda olan ülkelerle ciddi bir çatışma içinde. Önümüzdeki dönem Türkiye bunlardan biri olabilir mi? Bütün bunlar kocaman olasılıklardır. Hiçbiri için kesin diyemeyiz. Hepsi ama güçlü olasılıklardır. 

Dolayısıyla hem devletin hem toplumun aklı böyle çalışırsa, bu süreçte Türkiye kendi iç barışını güçlü sağlarsa; Kürt, Türk, Arap, Laz, Çerkes, hangi halktan olursa olsun ortak yurttaşlık duygusu ve duygudaşlığı ve aitliği daha fazla hissedilir. Bizim en büyük amacımız bu. Bir an önce bu konularda hukuki, yasal adımlar atılsın. Toplum bu sürece dahil edilsin. Hiç kimse ayrıma maruz bırakılmasın. Mesela iktidarda zaman zaman muhalefeti bu işin dışında tutma refleksini çok yüksek görüyoruz ve bunu çok yanlış buluyoruz.

"Muhalefetsiz süreç olmaz"

O zaman biraz da muhalefete yönelik baskıyı sormak istiyorum. Bu konu da süreci etkileyen bir faktör mü? İktidarla süren görüşmeler nedeniyle zaman zaman siz de eleştiriliyorsunuz. Bu arada bir de yeni anayasa tartışmaları var.

Her fırsatta kamuoyu ile paylaşıyoruz ama yine söylemek isterim; bu süreç muhalefetsiz olmaz. Bu çok net. Türkiye 86 milyonsa bunun yarısı muhalefet. Dolayısıyla siz toplumun yarısını bu işin dışında tutarsanız olmaz. Bu arada benim muhalefet algım bir siyasi parti değil tek başına, toplumun bizatihi kendisi. Toplumun yarısını dışında tutarak bir toplumsal barış, bir toplumsal mutabakat sağlamanız mümkün değil. Barışı toplumsallaştırmanız ise imkânsız. MHP ve AKP ile yaptığımız görüşmelerde bunu bu açıklıkla ifade ettik.

Tülay Hatimoğulları, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınması sonrasında CHP Genel Başkanı Özgür Özel'i Saraçhane'de ziyaret etmişti - (20 Mart 2025)Fotoğraf: ALP EREN KAYA/ANKA

İkincisi; devletin bir aklı bölgesel ve dünyadaki gelişmeler ışığında bu süreci okuyor. Kürt sorununun neden çözmesi gerektiğini, neden bu sürecin barışla taçlandırılması gerektiğini, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde elini rahatlatacak bir iç barışı sağlamanın ne kadar Türkiye halklarına yarayacağının farkında olan bir kesim var. İç barışını sağlamış bir Türkiye bahsettiğimiz bütün olası saldırıları, olası ülkeye dönük böl parçala yönet mantığını boşa düşürür. Bu çok kıymetli bir şey.

Bu nedenle biz bu süreçte demokratikleşmeden bahsettiğimiz bir dönemde Türkiye'nin topyekûn demokratikleşmesinden bahsediyoruz. Böyle bir demokratik ortam Türkiye'yi güçlü kılar. Bunun için de muhalefet bu süreçte olmalı.

Devletin böyle düşünen aklıyla iktidarın aklı tıpatıp aynı davranmayabilir. Nitekim bazı pratiklerde aynı olmadıklarını zaman zaman görebiliyoruz. Fakat burada nüfuz etmesi gereken bahsini ettiğim aklın kendisidir. Bu mesele ne bir siyasi partinin ne de bir şahsın meselesi değil. Bu mesele iktidar oyunlarına ya da seçimlere indirgenecek bir konu değil. Bu, bunu çok aşan bir konudur. 86 milyon yurttaşımızın geleceğini ve kaderini belirleyecek bir konudur. Dolayısıyla bunu hiç kimse bir seçim hesabına dönük ya da başka bir şeye dönük düşünmemeli.

Bu görüşmemizdeki en temel amaç biz muhalefete dönük, Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi nezdinde ana muhalefet partisine dönük gerçekleşen baskıları doğru bulmuyoruz. Perşembe günü Sayın İmamoğlu'nun yanı sıra tüm gün diğer tutsaklarla da görüşmelerimiz olacak. Kendi başımıza gelenleri, belediyelerimize nasıl yüklenildiğini herkes biliyor. Kayyım atamaları, gözaltılar, tutuklamalar, mesnetsiz iddialar, yalan yanlış iftiralar. Kendimizin yaşayıp itiraz ettiği bir şeyi başkası yaşadığında daha güçlü itiraz ederiz. Bunu kabul etmek mümkün değil. Muhalefete ve rakiplere bu şekilde yüklenilmesini asla doğru bulmuyoruz.

Selahattin Demirtaş'ın, Figen Yüksekdağ'ın ve Kobani davasından içerde olanların içeride tutulmaları aslında bir suç. Çünkü Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraf bir ülke ve AİHM kararlarını birinci derecede uygulamak konusunda sorumlu. Üstelik her iki başkanın da bu sürece katabilecekleri çok önemli şeyler var. Kendilerinin dışarıda olup bu süreçte bu çalışmaları aktif bir biçimde yürütmeleri diğer arkadaşlarımızla beraber çok önemli ve çok kıymetli.

Anayasa konusu ile ilgili olarak ise demokratik bir anayasaya ihtiyacımız olduğunu hep söylüyoruz. Ama bunun için de gerçekten demokratik bir anayasa yapım sürecine, yol temizliğine ihtiyaç var. Düşünün Türkiye'de aydın, yazar, gazeteci, siyasetçi, seçilmiş belediye başkanı, meclis üyesi, kent uzlaşısı üyeleri birçok insan hapishanede. Dışarıda da bir tweet atarsam gözaltına alınır mıyım duygusunun yaşandığı yerde demokratik anayasa yapım sürecinden bahsetmek ucube kaçar. Dolayısıyla Türkiye'nin önce rahatlamaya ihtiyacı var. Askeri vesayet rejiminin yerine başka vesayetleri ikame ederek demokratik bir anayasa yapılamaz.

 

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl erişebilirim? 

Gülsen Solaker Dış politika ve iç siyasi gelişmeler ağırlıklı olarak 1997’den beri çalışan gazeteci.