"Ayakta kalmanın yolu dayanışma"
10 Ocak 2019Yüzü aşkın gazetecinin tutuklu, binlercesinin işsiz olduğu Türkiye’de bugün Çalışan Gazeteciler Günü. Bugünün kutlanması yaklaşık 60 yıl önce gazetecilerin bir araya gelip mesleki bir direnişe imza atmasına dayanıyor.
Gazetecilere mesleki yasal güvenceler sağlayan 212 sayılı kanunun, dönemin Milli Birlik Komitesince çıkarılmasına, içlerinde Cumhuriyet, Tercüman ve Milliyet’in de olduğu 9 gazetenin patronu karşı çıkmıştı. 4 Ocak 1961’den itibaren de 3 gün gazetelerini basmayacaklarını duyurmuştu.
Gazetecilerse bunun üzerine bir araya gelerek önce sendika öncülüğünde bu karara karşı kitlesel bir eylem yapıp, ardından çıkardıkları “Basın” isminde bir gazeteyle habercilik faaliyeti yapmaya devam etmişlerdi.
“O günler bir bayram niteliğindeydi” diyor Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Turgay Olcayto. Ardından ekliyor:
“Ama sonra çok kısa sürede 212 sayılı yasa çok küçültüldü. Tüm gazetelerde oldu bu. Bazılarında hiç uygulanmadı. Tabii bunda bizim meslektaşlarımızın da yani gazetecilerin de rolü var. Bir hak, emek verecek kazanıldığı zaman çok değerlidir. Onu hiç kaybetmek istemezsiniz. Ama burada öyle olmadı.”
Uzun süredir 10 Ocak gününü kutlamadıklarına vurgu yapan TGC Başkanı, “Biz, cemiyet olarak gazetecilerin daha iyi koşullarda çalışabilmesi için, özgür haber yapabilmesi için 10 Ocak’ları bir mücadele gibi sayıyoruz” diye konuşuyor.
"En çok tutuklu gazeteci Türkiye'de”
Gerek Türkiye’deki meslek örgütleri gerekse uluslararası kuruluşlar sık sık Türkiye’de gazetecilik yapma koşullarının kötüye gittiğine işaret ediyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün (RSF) 2018 verilerine göre basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye 180 ülke arasında 157’nci. Türkiye’deki tutuklu gazeteci sayısı Türkiye Gazeteciler Sendikası’na (TGS) göre 141, Çağdaş Gazeteciler Derneği’ne göre 139, Uluslararası Basın Enstitüsü'nün (IPI) verilerine göre ise 157. Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) 2018 yılı verileri tutuklu gazeteci sayısında geçen yıla kıyasla azalma olduğunu gösterse de Türkiye, hapisteki gazeteciler konusunda hala dünyada bir numara.
Özellikle 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden Haziran 2018'e dek süren Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde, medya kuruluşlarının devlet eliyle kapatılması ve gazeteci tutuklamalarının artması bu sonuçları doğuran en önemli faktörler olarak gösteriliyor. Yine IPI verilerine göre, OHAL'de 54 gazete, 6 haber ajansı, 24 radyo istasyonu, 17 televizyon kanalı, 20 dergi kapatıldı. 206 gazeteci ve medya çalışanı hakkında dava açılırken bunlardan 81’i tutuklandı, 48’i ceza aldı, 77’si serbest bırakıldı. Gazeteciler üzerinde artan baskı, sansür ve ekonomik koşullar da yerel ve uluslararası meslek örgütlerinin dikkat çektiği konulardan.
Daha fazlasını okumak için: Dolar kağıdı vurdu, yayıncılık krizde
“Haberciler bu gidişle hapishanelerde buluşacak”
Geçen yılki 10 Ocak’tan bu yana, iyileşme sinyali vermeyen tüm bu koşullara bu yıl bir de döviz fiyatlarının yükselmesiyle baskı fiyatlarının artması, buna bağlı olarak gazete ve dergilerin ekonomik darboğaza girmesi eklendi. Bunun yanında geçen kasım ayında sarı basın kartı uygulamasında yapılan değişikliklerle, gazetecilere kart verme ve alma yetkisinin Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanlığı’na bağlanmasıyla tablo daha da vahimleşti. Baskı ve sansür gittikçe etkisini arttırırken RSF Temsilcisi Erol Önderoğlu, geçen yıldan bu yana yaşanan değişimlere ilişkin şu yorumu yapıyor:
“İktidarın tavizsiz terörle mücadelesi ve otoriterleşmede yol alması, çeşitli görüşlerden 80’i aşkın medya temsilcisinin geçen yıl siyasallaşmış yargı eliyle mahkûm edilmesine neden oldu. Tutuklu onlarca haberciyle, geçen yıl mahkûm olmuş onlarcası daha bu gidişle hapishanelerde buluşacak. Doğan Yayın Grubu’nun Demirören Grubu’na satılmasıyla ana akım medya eleştirel bakıştan neredeyse arındırılırken, baskı görme sırası bırakın Evrensel veya BirGün gibi daima hedef olmuş gazeteleri, Fox TV ve Sözcü’ye kadar geldi. Kamuoyunun bilmesinde yarar olan İnternet haberlerinin yayın yasakları ve hâkim kararlarıyla bastırılmaya çalışıldığını da görüyoruz. 2018, ‘yurtsever' bulmadığı medyaya yaşam hakkı tanımayacağını açık bir şekilde gösterdiği bir yıl oldu.”
Daha fazlasını okumak için: Basın kartları milli güvenlik gerekçesiyle iptal edilebilecek
"Gerçek gazetecilik istenmeyen bir meslek"
Türkiye’de medyanın tıpkı inşaat ve enerji gibi bir iktidar projesine kendini adamış bir sektör haline geldiği yorumunu yapan Önderoğlu, sahada çalışan gazetecilerin koşullarına ilişkin “Gerçek gazetecilik kamu makamları nezdinde istenmeyen bir meslek. Eleştiri dozu kalmamış ana akım medyada çalışmak gazeteciyi işlevsizleştirirken işten atılmış, yeni tahliye olmuş veya medyası kapatılmış haberciler en basit anlamda hayatları ve kariyerleri konusunda endişeli günlere girdiler. Geniş çaplı yargı baskısı varken kalan az sayıda internet haber sitesi ve birkaç küçük muhalif gazete ve TV kanalı ne yazık ki mesleği güçlendirmeye yetmeyecektir. Mesleğine dört elle sarılanlar biliyorlar ki ayakta kalmanın bir yolu varsa o da dayanışmayla olacak” değerlendirmesinde bulunuyor.
"Dayanışma değil korku iklimi var”
Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Sekreteri Mustafa Kuleli'ye göre Türkiye'de gazetecilerin birbirlerini meslektaş olarak görmek yerine siyasi kimlikleri üzerinden değerlendirmeleri mesleki dayanışmanın önünde çok büyük bir engel. Gazeteciler arası dayanışmanın önündeki asıl engelin "ekonomik ve siyasi koşullar” olduğuna vurgu yapan Kuleli, "Bütün sektörler içinde en yüksek işsizlik medya sektöründe ve yüzde 30. Böyle bir sektörde maaşlar bu kadar düşükken ve insanlar yoksulluk sınırında maaşlar alıyorken onlardan ‘basın özgürlüğü kahramanı’ olmalarını beklemenin ters olduğunu düşünüyorum. İnsanların ödemeleri gereken kiraları var, çocuklarının okul masrafı var. Böyle bir piyasada ‘kahramanlık’ yapmak herkesin harcı değil” yorumunu yapıyor. Gazetecilerin mevcut siyasi atmosferden etkilendiğini ifade eden Kuleli şöyle diyor: “Erdoğan cesaret gösterip de gazetecilikte ısrar edenleri hedef gösteriyor. İsimlerini veriyor, savcılara talimat veriyor. Dolayısıyla medyada dayanışma ikliminden çok bir korku iklimi yaygın.”
Deniz Barış Narlı / İstanbul
© Deutsche Welle Türkçe