Almanya'da Willy Brandt 1969'da başbakanlığa seçildikten sonra yaptığı konuşmada, sonradan ünlü olan sloganını kullanmıştı: Daha fazla demokrasiye cesaret etmek istiyoruz. Federal Meclis'te yaptığı ilk hükümet açıklamasında demokratik düzen için sorumluluk üstlenmenin önemine vurgu yapmış, böyle bir düzen kurmanın birbirini dikkatle dinleme ve anlamaktan geçtiğini, "olağan dışı bir sabır" gerektirdiğini ifade etmişti.
Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden inşa ve refaha kavuşma sürecinde Willy Brandt gibi o dönemin genç Almanları da bu zorlu yolda ilerlemeye hazırdı. Yıllardır ağır ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşan Tunus'ta ise bu iradenin artık mevcut olmadığı açıkça görülüyor.
Demokrasi önünde gerçek bir tehlike
Tunus uzun süre "Arap Baharı"nın "örnek ülkesi" ve başarı hikayesi olarak görüldü. Bu değerlendirmelerde haklılık payı da vardı. Ama üç yıl önce Cumhurbaşkanlığına seçilen Kays Said, Willy Brandt'tan farklı olarak tam tersi bir gündemi benimsedi. Said, daha az demokrasi istiyor. Ülke içi ve dışında kendisine eleştirel bakanlar, Said'in demokrasiyi toptan ortadan kaldırmayı hedeflediği suçlamasında bulunuyor.
Bu tehlike oldukça gerçek. Said, şimdiye kadarki görev dönemini yolsuzlukla mücadele adına meclisi, hükümeti ve yargının önemli bölümünü devre dışı bırakmak için kullandı. Şimdi de referanduma giderek güçler ayrılığının önemli unsurlarını zayıflatan ve Cumhurbaşkanı'na son derece geniş yetkiler tanıyan anayasa değişikliklerini kabul ettirdi. Ülkede meclis ya da halkın, Cumhurbaşkanı'ndan siyaseten hesap sorma ya da kendisini görevden alma imkanı hukuken neredeyse kalmadı.
Bu durum Tunus'u otomatikman bir gecede "tek adam diktası" haline getirmeyecek. Sivil toplumun direnme iradesini, ülkede geleneksel olarak güçlü konumdaki sendikaları hafife almamak lazım. Bunun ötesinde örneğin İslamcılarla da çatışma noktaları ortaya çıkabilir. Referanduma katılımın çok düşük kalması da Cumhurbaşkanı'nın ve hedeflediği anayasa değişikliklerinin meşruiyetini daha da azaltıyor.
"Arap Baharı"nın sonu
Ancak şunu da gözden kaçırmamak gerek. Pek çok Tunuslu, yolsuzluk, işsizlik ve sürekli yoksullukla geçen yılların ardından zorlu parlamenter zikzaklar yerine sözde güçlü bir lidere bel bağlamış durumda. Bu tür umutlar şimdiye kadar hep hayal kırıklığına yol açmış olsa da.
Bu, acı bir tablo. Ama demokrasi şu an Arap dünyasında pek rağbet görmüyor. Toplumsal sorunlar ve göç baskısı tüm bölgede artmaya devam ediyor. On yıl önce "Arap Baharı"nın başlangıç noktası olan Tunus, maalesef bu devrin kapandığı yer de oldu gibi görünüyor.