1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git
Hukuk ve AdaletTürkiye

Yargıtay'ın Gezi kararı sineye çekilemez

Türkei Banu Güven
Banu Güven
2 Ekim 2023

Siyasetçilerin seçim öncesinde artırdıkları hapishane ziyaretleri yerini parti içi çekişmelere bıraktı. "Muhalefet bir adalet koalisyonu kurmalı" diyen Banu Güven Yargıtay'ın Gezi davası kararı üzerine yazdı.

Osman Kavala hakkındaki müebbet hapis cezası kararını Yargıtay onadıFotoğraf: picture-alliance/dpa/W. Dabkowski

Gezi Davası ilk değil, ama Türkiye'de yargıyı itibarsızlaştıran siyasi davaların en kötü örneklerinden biri. Yargıtay 3. Ceza Dairesi hâkimlerinin Gezi mahkûmiyetlerinin çoğunu onayan kararı, ileride hukuk fakültelerinde, yargının siyasallaşmasına örnek olarak okutulabilir. "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım etmekle" suçlanıp, 18 yıla mahkum edilen Mücella Yapıcı ve Hakan Altınay artık serbestler, ama sevinemiyorlar, çünkü ağırlaştırılmış ömür boyu müebbet cezası onanan Osman Kavala ve 18'er yıl cezaları onanan Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay ve Tayfun Kahraman parmaklıkların ardında kaldılar. Yüksek mahkeme onlara, "Ne yaparsanız yapın, boşuna. Masumiyetinizi ispat edemezsiniz" dedi.

Yargıtay üyeleri rahat uyuyor mu?

Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri, 26 Nisan 2022'de verilen mahkumiyet kararlarına şerh koyan İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimi Sercan Karagöz'ün gerekçesini dikkate almadılar. Hâkim, ders niteliğindeki gerekçesinde, yasa dışı yapılan dinlemelerin delil olamayacağını, dolayısıyla bunlar üzerinden hüküm kurulamayacağını, ayrıca iddianamede "kuşkudan uzak, somut, kesin ve inandırıcı başkaca bir delil olmadığını" dile getirmişti. Hâkim Karagöz, bir yıl üç ay sonra Ağrı'ya "atandı."

Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise onama kararının hukuki değerlendirme kısmında, "yargılama sürecindeki usulü işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığını, tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğini, savunmaların eksiksiz şekilde sergilendiğini, vicdani kanının, kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığını, (her ne demekse) eylemlerin doğru olarak nitelendirildiğini ve kanunda görülen suç tipine uyduğunu" belirtti.

Oysa mahkumların her biri, kendilerine yönelik iddiaları kanıtlarla birer birer çürütmüştü. Mesela Çiğdem Mater, aslında suç teşkil etmeyen Garaj İstanbul toplantısına katılmadığını, o gün İzmir'de bir etkinlikte konuşmacı olarak yer aldığını kanıtlamıştı. Tayfun Kahraman, delil olarak değerlendirilen bir fotoğrafta görülen kişinin kendisi olmadığını ispat etmişti. Örnekler çoğaltılabilir. Bir şeyler Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin üyelerinin gözlerini karartmış olmalı ki, delillerin hukuk dışılığı bir yana, hiçbiri sanıkların lehindeki delilleri görmedi. Bu karar, Yargıtay'ın saygınlığı ve güvenilirliğine gölge düşürdü.

Yargıtay, Çiğdem Mater'in cezasını onadı, Mücella Yapıcı ise tahliye edildiFotoğraf: Murat Utku

Avukat Hürrem Sönmez ile müvekkili Çiğdem Mater'i ziyaretinin ardından konuştum. Sönmez, "Ben bu kararı okuduğum zaman, bir avukat olarak, herhalde biz başka bir davadaydık diye düşündüm. Bizim bu kadar zamandır devam eden dava boyunca tekrar tekrar söylediğimiz şey, burada bir yargılama yapılmadığı, delillerin tartışılmadığı ve her şeyden öte, kanunda tanımlanan suç unsurlarının oluşmadığıydı. Dolayısıyla Yargıtay mı başka bir yargılamadan bahsediyor, yoksa biz mi başka bir muhakemeye tanıklık ettik, hakikaten anlamak çok zor" dedi.

Erdoğan'ın kendi yargısı

Erdoğan bu davayla ilgili gelen sorulara, "Yargının işine karışamayız" mealinde cevaplar veriyor, ama sözleri ihsas-ı rey niteliğinde. 27 Nisan 2022'de yaptığı konuşmadan bir bölüm: "Bir zatla (Osman Kavala'yla) ilgili verilen karar bazı çevreleri rahatsız etti. Bu adam Türkiye'nin Sorosu'ydu, Gezi olaylarının perde arkası koordinatörüydü. Gezi olaylarını finanse etti. Bu ülkede hukuk var, yargı var… Gezi olaylarıyla ilgili kararla yargımız, vicdanları rahatlatmakla kalmamış, aynı zamanda benzer niyetleri taşıyanlara da hukuk ve adalet dersi vermiştir." Erdoğan'ın "bizim" dediği yargı, kendi şekillendirdiği bir yargı. Söz ettiği adalet, kendi sübjektif adalet anlayışını temsil ediyor. Bu yargıdan çıkan kararlar da yukarıda okuduğunuz gibi hakikatten uzak hükümler kuruyor.

Gezi davası kararları şimdi Anayasa Mahkemesi'ne gidecek. Türkiye'de başvurulacak son yargı makamı olan Anayasa Mahkemesi'nin 15 üyesinden 10'unun da iktidarla uyumlu bir tavır içinde olduğunu not edelim.

Otoriter liderin en büyük korkusu

Otoriter liderler en çok sivil itaatsizlik eylemlerinden rahatsız olurlar. Gezi de Erdoğan için büyük bir travma. Bir baş sorumlu ve yardımcıları bulunsun, gerekirse icat edilsin, ibret olsun diye cezalandırılsın istiyor.  Bir daha Gezi gibi bir sivil itaatsizlik eylemi olamasın diye. Osman Kavala, başkanlık sistemine karşı fikirlerini çözüm sürecinde hükümetin Kürt muhataplarıyla da paylaştığı için zaten Erdoğan'ın öfkesini üzerine çekmişti. Eylemcilere bir adet plastik masa, bir sandalye, hoparlör, poğaça ve eczaneden maske sağlaması, Kavala'nın Erdoğan için aranan suçlu olmasına yetiyor.

Ne acıdır ki, gözaltına alınana kadar ne Osman Kavala'nın, ne de diğerlerinin adını duymuş olan bir kesim, onların hükümeti "devirmeye" çalıştığına inanmaya hazır. Bu kesim, Açık Toplum Vakfı kurucusu George Soros'un 2015'te, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü olan İbrahim Kalın'la görüştüğünü, vakfın AKP iktidarı sırasında yıllarca Türkiye'de bakanlıklarla iş birliği içinde çalıştığını bilmiyor. Soros öyle bir kart ki, Erdoğan, bu kartla muhalefetin ulusalcı bir bölümünü de markaja alıyor.

Adalet için koalisyon oluşturmalı

İnsanlar yıllarını haksız yere hapiste geçirirken, dışarıda hayat akıp gidiyor. Bazen etrafımda, sanki bunlar olmuyormuş gibi akan giden hayata baktığımda, derin bir kedere kapılıyorum. Bir iki Tweet, sonra herkes kendi derdine düşüyor. Bunun bir kısmı vurdum duymazlıktansa, bir o kadarı da çaresizlikten, biliyorum. Avukatlar bile kendilerini çaresiz hissediyor. Ama belki de çaresiz değilizdir. Denemeden bilemeyiz değil mi?

TİP Genel Başkanı Erkan Baş ile vekiller Sera Kadıgil ve Ahmet Şık, Meclis'te Can Atalay'ın fotoğrafı ile birlikte Fotoğraf: ANKA

Bu noktada muhalefete de iş düşüyor. Siyasetçilerin seçim öncesinde artırdıkları hapishane ziyaretleri yerini, parti içi çekişmelere, yerel seçim hesaplarına bıraktı. Muhalefetin seçimlerde artık kuramayacağı belli olan ittifakı, adaletin yerini bulması için kurabilmesi gerekiyor.

Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş ile milletvekilleri Ahmet Şık ve Sera Kadıgil, Can Atalay'ın seçildiği Hatay'dan Ankara'ya bir yürüyüş başlattı, ama memleketin daha fazlasına ihtiyacı var. Genel başkanı olarak kalsın ya da kalmasın, Kemal Kılıçdaroğlu'nun mevcut ana muhalefet lideri olarak yeni bir adalet yürüyüşü başlatması, buna parti içi muhalefetin de diğer partilerin de canı gönülden katılması gerekiyor. Birkaç açıklama ve sosyal medya paylaşımı hiçbir şey değiştirmiyor çünkü. Bu haksızlığa karşı hiçbir şey yapamadığınız için hayıflanıyorsanız, en azından adalet için bir koalisyon oluşturulmasını talep edebilirsiniz.

Osman Kavala'nın Nisan 2022'deki savunmasından bir alıntıyla bitirmek istiyorum: "Hayatımın dört buçuk yılını cezaevinde geçirmiş olmam, benim için telafisi mümkün olmayan bir kayıptır. Teselli sağlayacak yegâne şey, bunun yargıdaki vahim sorunların anlaşılmasına katkıda bulunması ihtimalidir." O dört buçuk yılın üzerine bir buçuk yıl daha eklendi. 18 Ekim'de Osman Kavala'nın gözaltına alınmasının, 1 Kasım'da tutuklanmasının üzerinden tam altı yıl geçmiş olacak. Çiğdem Mater, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Can Atalay ise hapiste yaklaşık bir buçuk yılı dolduracaklar. Kavala'nın sözünü ettiği teselliyi bulmaya acilen ihtiyacımız var.

 

DW Türkçe'ye VPN ile nasıl erişebilirim? 

Banu Güven Gazeteci ve TV moderatörü. Türkiye, Almanya ve dünyadaki gelişmeler üzerine yazılar kaleme alıyor.