AB Türkiye'ye kapıyı kapatmayacak
27 Haziran 2018Seçim öncesi Türkiye’de değişen dinamikleri okumakta zorlanan AB, özellikle muhalefet cephesindeki hareketliliği ve muhalefetin çok zor şartlar altında da olsa, toplumun farklı kesimlerini temsil eden çoğulcu bir meclis oluşmasına sunduğu katkıyı fark etmiş görünüyor. Brüksel’de en çok ilgiyi ilk defa meclise giren İYİ Parti, seçim barajını aşmayı başaran HDP ve bu seçimlerle yıldızı parlayan Muharrem İnce görüyor.
Seçimlerle ilgili olarak AGİT raporunu referans alan AB, oy verme ve oy sayım işlemi ile ilgili önemli bir eleştiri getirmezken, özellikle seçim sürecinin eşit şartlarda olmamasını çok önemli ve kabul edilemez bir sorun olarak görüyor. Bunun yanında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuya vurgu yapmasından sonra ilk defa AB çevreleri de seçime katılım oranını överek, bunu Türk halkının demokratik haklarına sahip çıkmak konusunda kararlı olduğunu gösterdiği şeklinde yorumluyor. Özellikle seçim günü yüz binlerce gönüllü insanın seçim güvenliği için görev yapması da AB koridorlarından en çok konuşulan olumlu gelişmelerden.
Avrupa Parlamentosu’nda, Brexit sonrası kaderi belirsiz olan Muhafazakâr Grup (ECR) dışındaki 3 büyük grubun seçimler ile ilgili düşüncelerini ve seçim sonrası stratejilerini anlamak, önümüzdeki süreci okumada faydalı olacak.
Avrupa Halk Partisi (EPP)
Genel olarak İngiliz muhafazakârlar dışındaki muhafazakâr ve Hristiyan Demokrat partilerin oluşturduğu EPP, Türkiye’ye ve Türkiye-AB ilişkilerine hiç bir zaman pozitif bir gözle bakmadı. Türkiye, demokratikleşme yolunda ilerlerken bile, İtalya gibi birkaç üye parti dışında, grubun sürece bakışı hep negatif oldu. EPP, seçim sonuçlarının Türkiye'yi AB'den tamamen uzaklaştırdığına inanıyor. Grubun önümüzdeki süreç için stratejisi, Türkiye'nin geldiği noktayı değerlendirerek Türkiye’nin üyelik sürecini bir daha başlamamak üzere sonlandırmak. Elbette Erdoğan'ı ilk kutlayan liderlerden olan Orban'ın da bu grup içinde olduğunu ama Macaristan’daki problemler nedeniyle grup içerisindeki gücünün oldukça azaldığını da belirtmek lazım.
Sosyalistler ve Demokratlar Grubu (S&D)
Sosyal demokrat ve sosyalist partilerin oluşturduğu S&D, Türkiye ile de bağları en güçlü olan grup. S&D’nin Türkiye’deki kardeş partileri CHP ve HDP. Bu anlamda grup, özellikle İnce’nin sosyal demokrat bir aday olarak %30'u geçmesini ve HDP'nin barajı aşmasını seçimlerdeki en olumlu gelişmeler olarak değerlendiriyor. Grup içerisinde İnce'nin CHP'nin genel başkanı olması ve bu şekilde de CHP'ye yeni bir dinamizm getirmesi beklentisi hakim. S&D, özellikle zor şartlar altında muhalefet partilerinin büyük başarı gösterdiğini ve AB'nin Türkiye'deki demokratları güçlü şekilde desteklemesi gerektiğini savunuyor. Bu anlamda, grubun önümüzdeki dönemde daha yapıcı bir rol oynamasını beklemek mümkün. Grup içerisinde özellikle İnce’ye karşı büyük bir ilgi ve merak oluşmuş durumda.
Avrupa Liberaller ve Demokratlar İttifakı (ALDE)
Merkez sağ ve merkez soldaki liberal partilerin oluşturduğu grup, geleneksel olarak Türkiye-AB ilişkilerinin gelişmesinden yana olsa da özellikle son 5 yıldır Türkiye ile ilgili en sert açıklamaları yapan grup olarak ön plana çıktı. Bunun bir nedeni Türkiye'deki gelişmeler olsa da, önemli bir diğer nedeni de uzun süre AKP'yi liberal olarak görmüş / görmek istemiş ve AKP'nin ALDE'ye üyeliği için sonuç vermeyen bir çaba sarf etmiş olan Grup Başkanı Verhofstadt'in kişisel hayal kırıklığı. Bu seçim ile ALDE, Türkiye ile ilgili çizgisini biraz daha yapıcı bir çizgiye taşımış görünüyor. Muhalefetin eşit olmayan şartlarda ulaştığı nokta, grup tarafından "daha farklı ve demokratik bir Türkiye mümkün" şeklinde yorumlanıyor. Bunun yanında, şu andaki Türkiye AB üyesi olamayacağı gerekçesiyle yeni bir ortaklık modeli üzerinde çalışılması, partinin temel politikası olacak. Yeni oluşan parlamentoda 43 milletvekili ile temsil edilecek İYİ Parti ve Meral Akşener de grubun radarına girmiş durumda. ALDE içerisinde İYİ Parti'yi potansiyel üye olarak gören ve en azından Akşener’i daha yakından tanımak isteyen çok sayıda üye bulunuyor.
Bir yandan tüm Avrupa'da Türkiye ile ilgili çok karamsar senaryolar konuşulurken ve azımsanmayacak sayıda kişi artık Türkiye'nin geri dönülmez bir şekilde demokrasi yolundan saptığını düşünürken, seçim süreci Türkiye’nin asla umutsuz vaka olmadığını da göstermiş oldu. Her ne kadar seçimin galibi Erdoğan ve Cumhur İttifakı ise de muhalefet cephesinde oluşan yeni dinamikler Türk demokrasisi ile ilgili umutları Brüksel’de yeniden canlandırmış görünüyor. Bu durum hem Avrupa Parlamentosu hem de diğer AB kurumları için geçerli. Bunun yanında, önümüzdeki süreçle ve yeni sistemin uygulanması ile büyük endişeler de bulunuyor. Farklı siyasi gruplar kendi stratejilerini uygulamak için bastırırken, Türkiye üzerinde pek fazla yaptırım gücü olmadığının farkında olan AB’nin önümüzdeki dönem için stratejisi 3 temel ayaktan oluşacak:
- Son dönemde uygulamada olan "mümkün olduğunca Türkiye ile gerginlikten kaçınma" politikasını ve başta mülteci anlaşması olmak üzere, yürüyen işbirliklerini devam ettirmek;
- Konu bazında işbirliklerini geliştirmek ve bunu yaparken de mümkün olursa Türkiye'de sınırlı da olsa pozitif değişimlere olanak sağlamak;
- Türkiye'nin sadece hükümetten oluşmadığı gerçeğini temel alarak muhalefet ve sivil toplum ile daha sıkı bir işbirliği oluşturmak.
Özellikle yeni sistemin getirecekleri ilgili oldukça kaygılı olan AB, bu 3 temel ayak temelinde, Türkiye'ye kapıyı kapatmadan ilişkileri devam ettirmeye çalışacak. Elbette bu stratejinin, AB-Türkiye arasında yaşanması mümkün büyük gerginlikleri ve krizleri ne kadar engelleyebileceği, biraz da Türkiye'deki gelişmelere bağlı olacak.
Dr. Demir Murat Seyrek
Avrupa Demokrasi Vakfı Kıdemli Danışmanı
© Deutsche Welle Türkçe