Cumhurbaşkanı İzmir Bayraklı'da birileri tarafından "Ölürüm Türkiyem” şarkısıyla karşılandı. Zırhlı aracında, korumalarıyla beraber olay mahalline giderken, enkazda ölmemeye çalışanlar vardı.
O gün Buseler'den biri kurtulmuş, diğeri can vermişti. Eda küçücük yaşında hayatının en büyük sınavını veriyor, üzerindeki onca ağırlığa rağmen, umudunu korumaya çalışıyordu; "Sana çok güveniyorum abi. Gökşen Abi çıkarın artık. Abi ya olmazsa gene?” derken duyduk onu. Günay da küçük yaşına rağmen sükunetini korumaya çalışıyor, kurtarıcısına "Abi sen gitme” diyordu. İnci "Abla, elimi tut” diye rica ediyor, "Ne olur bacaklarımda ya da kollarımla kalıcı hasar olmasın” diyordu. Ezel ile Elzem'in kurtulduğunu okudum, onlarla çıkarılan kardeşleri Umut'ın ise tutunamadığını, en küçükleri Elif'e henüz ulaşılamadığını. İpek, İdil, Ali, Feryal, Ömer, Berk… Seda… Zarife, Aslı, Yeşim, diş kliniğinde çalışan 3 genç kadın… İsmini henüz duymadıklarımız.
Bu depremde, ilk kez binaların enkazında sıkışmış, çıkarılmayı bekleyen insanları ve çocukları gördük. UMKE ve AFAD ekiplerinin özellikle çocukları kurtarmak için gösterdiği çabayı nefesimizi tutarak izledik. Daracık alanlarda saatlerce canla başla çalışıp, nasıl müthiş bir iş çıkardıklarına tanık olduk. Hayvanlara da insanlar gibi özenli davrandıklarını gördük. Ama görüntüler dayanılacak gibi değildi. Özellikle çocukların çaresizliği bambaşka bir acı verdi. Her biriyle evlat, kardeş bağı kurduğumuz çocukların daha fazla zarar görmeden çıkmasını beklerken bu şansa sahip olamayanları düşünmeden edemiyor insan. Benim de okulum olan İstanbul (Erkek) Lisesi'nde okuduğunu öğrendiğim Ege Ilgaz Yüksel ile kardeşi Dila Yüksel gibi. Bu çocuklar salgın nedeniyle okullarında değil, evlerindeydiler. Aslında kendilerini en güvende hissettikleri yerdi yuvaları ama başlarına yıkıldı. Sonra birileri o enkazın üzerinde "iktidar olarak buradayız” mesajını vermeye çalıştı. Rıza Bey Apartmanı'nın enkazı üzerinde 9 yaşındaki Buse'yle konuşan görevlinin elinden telefonu kapan Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli'den söz ediyorum. Enkazda sıkışmış, can derdinde olan bir çocuğun dışarıyla tek iletişim aracı olan telefonunu meşgul etmeyeyim, pilini tüketmeyeyim, kurtarma için çok değerli olan dakikaları çalmayayım diye nasıl düşünmez insan?
"Binaları konuşalım”
Bakanın enkazı üzerinde görüntü verdiği Rıza Bey Apartmanı on yıllardır orada duruyordu. 1999 Gölcük depreminden önce yapılan bu binanın ruhsatı vardı ama binanın depreme dayanıklılığı belli ki test edilmemişti, edildiyse de gereği yapılmamıştı.
Yüksel ailesinin fertlerinin, Ali Kaygusuz'un ve başkalarının da can verdiği Emrah Apartmanı'nın da ruhsat tarihi 1990, kullanım izni ise 1992'de verilmiş. Yıkılmadan önceki haliyle on yıllarca orada durmuş. Etrafındaki binalar ayakta kalmış ama Emrah Apartmanı depreme dayanamamış. Telefonda konuştuğum İzmir Mimarlar Odası Başkanı İlker Kahraman, binanın altında 7 dükkân olduğunu söyledi. Bu dükkanlarda tadilat yapıldığı, bazı duvarların kaldırıldığı konuşuluyormuş.
Üç binadan oluşan Yağcıoğlu Sitesi de 1993'te yapım ruhsatı, 1997'de kullanım izni almış. Buradaki apartmanlardan sadece biri yıkılmış, diğerlerindeki hasar tespit edilecek. İzmir Mimarlar Odası Başkanı İlker Kahraman, "Demek ki buralarda bir insan hatası var. İlk bakışta da kolon kiriş birleşimleriyle ilgili sıkıntı görülebiliyor” diyor.
Uzmanların ortak görüşü, bu depremin aslında bu denli yıkıcı olmadığı yönünde. İlker Kahraman, bu depremin Japonya'da olsa, haber olmayacağını, İzmir'de, hatta Bayraklı 'da birçok binanın ayakta olmasının da buna işaret ettiğini söylüyor.
İzmir Mühendisler Odası Başkanı Eylem Ulutaş Ayatar teknik bir açıklama da yapıyor, özetle "Bayraklı'da zeminin iyi olmadığı doğru, ama bu depremin verdiği ivme binaları yıkacak kuvvetin ancak dörtte birine denk düşüyor” diyor. "Zemin bir parametre, ama binaların projelendirilmesi, projenin uygulanması ve denetlenmesi de diğer önemli parametreler. Aynı zeminde yıkılan binanın yanındaki bina ayaktaysa, biri güvenli biri değildir. Sorun uygulamadan, işçilikten, donatıdan kaynaklanıyor. Kolonların yıkılma biçimine baktığınızda, taşıma gücü yeterli değil, demirlerde de korozyon, yani paslanma görülüyor.”
Bu binalar yıkılmayabilirdi, eğer…
Ulutaş Ayatar'ın herkesin, özellikle de iktidarın kulak vermesi gereken bir çağrısı var: "Televizyonlarda sıklıkla depremin nasıl oluştuğu konuşuluyor. Ama insanların ‘Ben bu binadan sağ çıkabilecek miyim' sorusuna cevap vermek daha öncelikli olmalı. 2023 hedefli bir Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı var. Buna göre 2017 yılına kadar, başta kamu binaları olmak üzere, Türkiye'deki bütün binaların yapı envanterinin çıkarılması hedefleniyordu. Planda yıl yıl kimin ne yapacağı yazılı, burada öngörülenler yerine getirilmedi. Bu yüzden artık deprem konuşma aşamasını geçmemiz gerek. Depremden çok binayı konuşmalıyız.”
İzmir Mühendisler Odası Başkanı Ulutaş Ayatar, derhal hızlı denetim teknikleriyle tarama yapılması ve bu envanterin çıkarılması gerektiğini söylüyor. "Gözlem için sahaya gidilir. Binanın projesi incelenir. Öncelikli binalar için sıralama yapılır. Binalarda malzeme ve yapıya dair detaylı inceleme yapılır. Bina güçlendirilir ya da yıkılıp yeniden yapılır. TV'lerde artık depremi değil, hızlı tarama tekniklerini konuşmamız lazım” diyor.
Depremde ailesini kaybeden İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Nuri Seha Yüksel'in arkadaşlarıyla da konuştum. İzmir Tabip Odası Başkanı Lütfi Çamlı'nın söyledikleriyle bitireyim: "Aynı salgında olduğu gibi, zamanında önlem alınmıyor, iş işten geçtikten sonra hayat kurtarmaya çalışılıyor. Kurtarma ekipleri, UMKE canla başla çalışıyorlar. Ama önemli olan bunlar olmadan önlemlerin alınması.”
Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı'nın gereklerini yerine getirmeyen, bina denetimlerinde öngörülen hedefe varamayan iktidar hesap vermek zorunda. Depremde yakınlarını kaybedenler, iki gündür izlediğimiz görüntülerde hayat mücadelesi veren çocuklar ve depremi bekleyerek yaşayan herkes bunu hak ediyor.
Banu Güven
© Deutsche Welle Türkçe