1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Yorum: Kampanya iyi gitmedi, tartışma denenecek

Banu Güven
14 Haziran 2019

Binali Yıldırım aylarca durup neden şimdi İmamoğlu’yla tartışmak istedi? Erdoğan neden tartışma programlarını bitirdi? Bir daha tartışma programına çıkar mı? Banu Güven DW Türkçe’de yazdı.

Bildkombo Istanbuler Bürgermeisterkandidaten Binali Yildirim und Ekrem Imamoglu

İyi ki internet diye bir şey var da, arada girip "Eski Türkiye’ye" bakabiliyor, hafıza tazeleyebiliyoruz. Herkesin Pazar günkü Ekrem İmamoğlu - Binali Yıldırım tartışmasına odaklandığı "Yeni Türkiye’nin" gergin ortamından geçmişe gidip, siyaset nasıl yapılıyordu, liderler karşılıklı nasıl tartışıyordu; bu alan ne kadar geniş, ne kadar erişilebilirdi, hatırlayabiliyoruz.

Zamanında siyasi liderlerin birbirlerine yönelik, "Amma sert girdi ha" diye yorumladığımız çıkışları ne kadar dikkatli ve naif ifadelerle doluymuş, tekrar dinleyince şaşırıyoruz. 30 yıl değil de, 100 yıl öncesi gibi sanki.

Yıl 1989… Türkiye’nin en zarif politikacılarından SHP lideri Erdal İnönü, serbest üslubu ile siyasi kültürü değiştiren ANAP lideri ve dönemin başbakanı Turgut Özal, AP kapatıldıktan sonra DYP’yi kurup başına geçen kurt siyasetçi Süleyman Demirel TRT stüdyosunda. Demirel Özal’ı o dönem normlarına göre yerden yere vuruyor, "Türkiye’yi fakirleştirdiniz, milyonlarca vatandaşı yoksulluk sınırı altına getirdiniz. Sayın Özal’ın devri kaybolmuş yıllardır" diyor. Özal sükûnetle dinliyor.

Yıl 1991…

Bu kez stüdyoda Özal’ın prenslerinden, ANAP’ın başına geçen Mesut Yılmaz oturuyor. Kapatılan MSP’nin lideri Necmeddin Erbakan bu kez Refah Partisi (RP), eski CHP lideri Bülent Ecevit de DSP genel başkanı olarak sahalarda. SHP lideri İnönü ve DYP lideri Demirel’e ek olarak stüdyoda o dönem Sosyalist Parti’nin (SP) lideri olan Doğu Perinçek var. Programın en önemli konusu, özelleştirmeler. Yılmaz ekonominin bu yoldan düze çıkacağını söyleyince, Erbakan’dan programın en ağır lafını işitiyor. Erbakan Yılmaz’a dönüp, "Kusura bakmayın, ama bu anlattıklarınız en hafif tabiriyle çocuk masalı" deyiveriyor!

Refah Partisi’nin İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan bu program yayınlandığı sırada 37 yaşında bir milletvekili adayıydı. On yıl önce doğan oğluna adını verdiği liderinin katıldığı tartışmayı bir ihtimal o da seyretti. Belki kendisi o yayında olsaydı, neler söylerdi, seçmeni nasıl da etkilerdi diye hayaller kurdu.

Hitabeti güçlüydü. O seçimde İstanbul 6. bölge 1. sıradan milletvekili olmaya hak kazandı ama, vekillik avucunun içinden kayıp gitti. Tercihli oylar 2. sıradaki adayı önüne geçirivermişti. Beyoğlu’nda kaybettiği 1986 belediye seçimlerinde birleştirme tutanaklarına itiraz edip, hakime hakaretten ceza yiyip, bir haftalığına cezaevine bile giren Erdoğan, bu kez yoluna sessizce devam etti. Bir yıl sonra TRT’de Uğur Dündar’ın yönettiği liderler tartışmasını izlerken, hedefinde artık İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBB) vardı.

Yıl 1994 olduğunda, Erdoğan İBB adayı olarak TRT stüdyosunda bizzat oturacaktı. Milli Görüş hareketi içinde gayet iyi tanınan bir isimdi, ne var ki, o zamanlar ana akım medya kendisinden hazzetmediği için seçmenlere ulaşması güçtü. Bu nedenle kamu yayıncısı TRT’de adayı kendini gösterebileceği, İstanbullular’a tanıtabileceği bir program onun için çok önemli bir fırsattı.

Fotoğraf: Privat

Erdoğan o seçimde, sağda ve soldaki bölünmüşlükten de faydalanarak ana akım medyayı da, sermayeyi de ters köşeye yatırdı ve İBB koltuğuna oturdu. Ama hala iktidara istediği kadar yakın değildi. Yıllar sonra "Milli Görüş gömleğini çıkararak" kurduğu AKP’nin genel başkanı oldu, ama partisinin girdiği ilk seçimde siyasi yasaklıydı. Bu nedenle CHP lideri Deniz Baykal ile çıktığı canlı yayın, hakkındaki olumsuz izlenimi gidermek ve sesini duyurmak açısından eşsiz bir imkandı. 3 Kasım 2002, Erdoğan ve partisinin bir daha bırakmamak üzere iktidara geldiği tarih oldu. Sonra malumunuz, Erdoğan bir daha TV’de tartışmaya çıkmadığı gibi, diğer partilerin liderlerinin katıldığı programlar da tarihe karıştı.

Akif Beki: Münazaralar Erdoğan'ın işine yaradı

Erdoğan’ın bu tutumunu ve sonuçlarını 2005 - 2009 yılları arasında basın danışmanı olan Akif Beki’ye sordum. Beki özel bir anekdot hatırlamadı, "Aslında dışarıdan nasıl görünüyorsa öyle" dedi:

Beki, geçmişte kendisinden daha fazla tanınan rakiplerle yaptığı bu tür münazaraların Erdoğan'ın işine yaradığını,  bu yüzden dengi olmadığını düşündüğü rakiplerinin kendi reytinginden ve popülaritesinden faydalanmalarını istemediğini söylüyor. Aynı programda bulunmanın kendisinden çok onlara yarayacağını düşündüğünü belirten Beki, daha önce katıldığı münazaraların hakkındaki irtica karalamalarına karşı meşrulaştırıcı bir etkisi olduğunu aktarıyor.

Akif Beki, "O da bunu bilerek muhalif olanı meşrulaştırmaktan kaçındı. Ayrıca iktidardaki bir siyasetçi olarak açık oturuma çıktığında, birden çok rakip karşısında tek başına kalacaktı… Elbette zamanında kendi yararlandığı demokratik imkanlardan iktidara gelince muhalefeti alıkoymak münasip karşılanacak bir şey değil. Bir zamanlar tepeden bakılmasından, oligarşiden şikayet eden bir iktidarın, karşı olduğu nitelikleri temsil eder hale gelmemesi lazımdı" diyor.

Eski basın danışmanı Beki görevinden 2009 yılı Ocak ayında ayrıldığında AKP’liler hala başka partililerle beraber yayına çıkabiliyorlardı. Çok geçmeden Erdoğan’ın Başbakanlık ofisi TV'lerde hangi parti temsilcisinin kaç dakika konuşabileceğini, muhalif partilerden kimlerin yayına çıkıp, kimlerin çıkamayacağını da dikte etmeye başladı.

1991’de en küçük partinin liderine başbakan ile eşit süre tanıyan, 2002’de siyasi yasaklı Erdoğan’a ilk sözü veren anlayışın yerini, bırakın liderlerin tartışmasını, iktidar partisinin temsilcilerinin rakipleriyle yan yana gelmesini yasaklayan bir tutum aldı. NTV’de 2011 seçimleri öncesinde parti temsilcilerinin katıldığı tartışma programları da bu yüzden yayından kalkmıştı. Aradan geçen 8 yıl içinde de medya kuruluşları Erdoğan’ın emrine amade hale getirildi.

Beki: Yıldırım'ın kampanyası iyi gitmiyor

Erdoğan’ın bu anlayışının değişmesini beklemeyen Beki’ye göre de, Pazar günkü tartışmaya yeşil ışık yakılmasının tek nedeni, Yıldırım’ın kampanyasının iyi gitmemesi.

Siyaset Bilimcisi Ülkü Doğanay da, İmamoğlu - Yıldırım tartışmasıyla yarışın demokratik bir ortamda geçtiğine, adeta bir normalleşmenin yaşandığına dair bir illüzyon yaratılmak istendiğini söylüyor ve ekliyor:

"31 Mart sonrasında Erdoğan geri plana çekilmiş olsa da, kutuplaştırma politikasından vazgeçilmiş değil. Bu TV tartışması da aslında sadece Binali Yıldırım’ın kampanyasının bir parçası.Yıldırım Pazar günkü programda deneyimini ön plana çıkaracak, ama istenen sonucu yaratamazsa, bu Erdoğan’ın değil, kendisinin başarısızlığı olacak."

"Erdoğan’ı ileride bu tür bir programda görme ihtimali yok"

"Bu, Erdoğan için de temiz bir çıkış yolu" diyen Doğanay’a göre, 2002’den başlayarak bir lider kültü oluşturma çabasına giren, bu nedenle diğer liderlerin karşısında eşit rakip olarak görünmesini istemeyen, seçim meydanlarında kullandığı dille ve medya hakimiyetiyle de rakiplerinin söylemini belirleyebilen Erdoğan’ı ileride bu tür bir programda tekrar görme ihtimali de yok.

Sonuçta "kült lider" olarak kalmak varken, enflasyonun, mal varlığının ve servetinin kaynağının, ya da mega projelerin finansmanının neden vatandaşın cebinden çıktığının sorulacağı bir programa neden çıksın, karizmasını neden çizdirsin ki ama, değil mi?

İktidarın kendisinden başka herkesi "teröristlikle" suçladığı, etnik kimliklerin hala aşağılama aracı olarak kullanıldığı, siyasi nedenlerle hapse mahkum edilen bir parti liderinin cumhurbaşkanı seçiminde bile cezaevinden yarışmak zorunda bırakıldığı bir ortamdayız hala.

Ne kadar heyecan yaratmış olsa da, Pazar günü yapılacak tartışmanın ardında da yenilen pehlivanın rakibini bu kez kündeye getirme ümidinden başka bir şey yok maalesef. İmamoğlu o ümidi boşa çıkarırsa, ileride, belki de İstanbul’dan başlayarak, biraz daha fazlasını görebiliriz.

 

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe

Banu Güven Gazeteci ve TV moderatörü. Türkiye, Almanya ve dünyadaki gelişmeler üzerine yazılar kaleme alıyor.