1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Yorum: Korona, Türkiye ve Almanya…

4 Nisan 2020

Almanya korona salgınıyla başa çıkmak açısından örnek gösterilen ülkelerden. Türkiye’de de sık sık Almanya’nın aldığı önlemlerle karşılaştırma yapılıyor. İki ülkenin korona sınavını Banu Güven DW Türkçe’de yazdı.

Fotoğraf: picture-alliance/Geisler-Fotopress/C. Hartd

Sosyal devlet, şeffaflık, bilim, güven…

Bu kavramlar kendilerini korona salgınıyla beraber her gün hatırlatmakta.

İçişleri Bakanı, “Beni bu virüs öldürmez, senin bu düzenin öldürür” diyen TIR şoförünün gözaltına alınmasını savunurken, Türkiye’nin sosyal devlet olduğunu iddia ediyor. Halk doğalgaz, elektrik, kredi kartı borçlarının ertelenmesini ümit ederken, karşısına bağış için hesap numarası çıkıveriyor. “Biz bize yeteriz” kampanyasıyla, “Bizden olan bağışta bulunur” deniyor. Hükümetin projeleri için müteahhitlere ayrılan destek miktarında ise bir değişiklik yok: 18,9 milyar lira.

Gazeteci Banu GüvenFotoğraf: Privat

Bağış meselesi tepki toplayınca, iktidar cenahında gözler hemen yurtdışına döndü ve benzer örnekler arandı. Ne var ki, bugünün ana akım medyasında yer tutan bazılarının aceleyle yaptıkları paylaşımlar sonra hayal kırıklığı yarattı. Bazıları bir TV ekranı görseli kullanarak, ünlemli cümlelerle Almanya’nın da bağış kampanyası başlattığını iddia etti mesela. Oysa ki, hemen heyecanlanmayıp Google Translate’e başvursalar, söz ettiklerinin hükümetin kampanyası olmadığını anlamaları 1 dakikalarını alırdı. Üzerine atladıkları, özel bir TV’nin korona krizinden etkilenen çocuklara özel bir bağış kampanyasıydı. Bunun yanında görülmeyenler ise Alman hükümetinin salgın nedeniyle zorda kalan birey ve şirketler için 750 milyar euro ayırması, bu miktardan 50 milyar euroyu serbest meslek sahiplerine derhal tahsis etmesi, belirlenen miktarları başvuranların hesaplarına iki gün içinde yatırması gibi ayrıntılardı. Mesela serbest meslek sahipleri bir seferde 9 bin ila 15 bin euroluk desteği iki gün içinde alabildi.

Türkiye’de de bakanlık kısa çalışma ödeneği altında 70 bin firmaya destek verildiğini, 2 milyon aileye de biner lira destek ödemesi yapıldığını açıkladı.

Şeffaflık

Şeffaflığa gelince… Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, vakaların şehirlere göre dağılımını ancak salgının 20’inci gününde açıkladı. O güne kadar iktidar dışında kimse ilk vaka nerede çıktı, hangi şehirde kaç vaka var, bilmiyordu. İstanbul’da ilk vakaların Kapalıçarşı’dan çıktığını sağlıkçıların dükkan ziyaretini gösteren bir videodan öğrendik tesadüfen. Yani Sağlık Bakanlığı bunu biliyordu, ama her gün onbinlerce kişinin girip çıktığı Kapalıçarşı ile ilgili hiçbir uyarıda bulunmadı.

Şeffaflığın ne olduğunu anlamak için de Almanya’ya bakmakta fayda var. Robert Koch Enstitüsü’nün internet sayfasında eyalet eyalet, şehir şehir tüm vakalar kayıtlı. Hangi yaş grubu virüsten nasıl etkilendi, hastaların kaçı kadın, kaçı erkek? Hangi şehirlerde vakalar görüldü? Bunların hepsi tek tek grafiklerle interaktif bir şekilde takip edilebiliyor. Bunlar için sağlık bakanının basın toplantısı beklenmiyor.

Bilime gelince… Memlekette Türk Tabipleri Birliği’nin temsil edilmediği bir Bilim Kurulu var ve Sağlık Bakanı “Bu salgının böyle yayılacağını bilmiyorduk” diyor. Almanya’da ise bu salgın 2012’de hazırlanan, Türkiye’de gazetelerin bir komplo kanıtıymış gibi sunduğu Pandemi Eylem Planı’nda öngörülebilmişti. Bu plan, zamanında gereken önlemler alınmasa da, Alman makamlarının salgına daha organize bir cevap vermesini sağladı.

Benzerlikler

İki ülkede de benzerlik gösteren şeyler de var elbette. Birçok ülkede  olduğu gibi, şu an Almanya’da da gerçekte kaç kişinin enfekte olduğu bilinmiyor, çünkü semptom gösteren herkese test yapılmıyor. Dolayısıyla kimse hastalığı geçip geçirmediğinden emin değil. Bu konudaki belirsizliğin yakında kullanıma girecek bir antijen testiyle aşılması bekleniyor. Berlin’deki Kamu Sağlığı Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Tobias Kurth da, korona nedeniyle ölen, ancak bu nedenle öldüğü bilinmeyen kişilerin de az olmadığı düşüncesinde. Bu şüpheler Türkiye’de Almanya’ya göre daha kuvvetli, çünkü hasta yakınlarının ya da sağlık personelinin tanıklıklarıyla destekleniyor.

Burada bir parantez açıp, Almanya’da bazı hastanelerde bir iki hafta öncesine kadar dezenfektan madde, koruyucu maske ve kıyafet sıkıntısı çekildiğini bir not olarak aktaralım.

Mültecilerin hali nicedir?

Salgın Türkiye ve Avrupa’yı etkisi altına almadan önce Yunanistan sınırına yığılan mülteciler de bir anda unutuldu. İçişleri Bakanı, neden sonra bu insanları sınırdaki geçici kamptan çıkarıp otobüslerle önceki ikamet yerlerine gönderdiklerini açıkladı, ama “Her gün Meriç’ten geçişler oluyor” diye de ekledi.

Almanya’da yurtlarda ve kamplarda kalan mülteciler de zor durumda. Korona pozitif olan mültecilerin tekrar kamplara götürülüp bırakılması, burada kalanların sokağa çıkmasının herhangi bir açıklama yapılmadan yasaklanması, kamplarda, 4 kişinin bir arada kaldığı odalarda sosyal mesafe kuralının uygulanmasının imkansızlığı…   Mülteciler Türkiye’de olduğu gibi Almanya’da da haberlerde hak ettikleri yeri bulamıyor.

Mevsimlik işçiler ne yapacak?

Emekçilere gelince… Sosyal mesafe kuralı Almanya’da her alanda özenle uygulanıyor uygulanmasına, ama şaşırtıcı kararlar da alınabiliyor. Mesela Almanya’da herkesin Nisan ve Mayıs aylarında sabırsızlıkla beklediği kuşkonmaz hasadı için Doğu Avrupa ülkelerinden mevsimlik işçi getirilmesine karar verdi. Hem de toplam 80 bin işçi. Bu işçilerin gelmesinden endişe duyanlara, “Ama ayrı ayrı kafalarına göre değil, hep beraber aynı uçakla gelecekler” denmesi, işçilerin sağlıklarının pek de umursanmadığını düşündürüyor.

Türkiye’de mevsimlik tarım işçisi sayısının 3 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Çalışacakları yere yolculukları, çalışma ve barınma koşulları her daim sorunlu olan mevsimlik işçilerin bu dönemi nasıl atlatacakları Türkiye’de de muamma.

Tuvalet kağıdı stokçuları

Benzerlik gösteren bir durum daha var. Süpermarkette tuvalet kağıdı, un ve makarna üçlüsünü bulmak için epey şanslı olmak gerekiyor. Makarna ve un hayat kurtaran gıdalar elbette, o yüzden bu dönemlerde çok tüketilmesi anlaşılır, ama durum zengin mahallelerinde de böyle. Belki İkinci Dünya Savaşı’ndan miras kalan bir yokluk tedirginliği, belki insanın doymak bilmezliği, belki de doymak bilmeyenlerin her şeyi tüketmesinden duyulan endişeyle yapılan zulalar bu yokluğun nedeni.

Nerede olursa olsun, insan işte…

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe

 

 

Sonraki bölüme git Bu konuda daha fazla içerik

Bu konuda daha fazla içerik

Daha fazla içerik göster