1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Saray, Gezi kararıyla seçimin adını koydu

26 Nisan 2022

Gezi Direnişi kararı, iç siyaset açısından ne anlama geliyor? Erdoğan'ın 2015 doktrinine sarılması, 2023'te zafer getirir mi? Erdoğan "korku"yla mı kazanacak, yoksa yoksullukla mı kaybedecek? Bülent Mumay'ın yorumu.

Gezi davasının karar duruşması İstanbul Adalet Sarayı'nda yapıldıFotoğraf: Ozan Köse/AFP/Getty Images

Yargının dün Gezi Direnişi'ne ilişkin açıkladığı karar, bir dava dosyasına verilen cezalardan ibaret değil. Saray, güdümündeki yargı üzerinden aldırdığı karar ile seçimin tarihini de kamuoyuna açıklamış oldu. Daha doğrusu, normal tarihi Haziran 2023 olan seçimin neye benzeyeceğini resmen ilan etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimleri ile 1 Kasım'daki erken seçim arasında uyguladığı baskıcı, otoriter, tahammülsüz ve güvenlikçi politikaya döneceğini en net biçimde ortaya koydu.

6'lı muhalefet masasını dağıtamayınca…

Gezi kararından önce yaşananlar, 2015'deki ayarlara dönüleceğine ilişkin sinyaller veriyordu. Ülkenin yaşadığı hiçbir kronik soruna çözüm üretemeyen, bu nedenle desteğini seçilememe sınırına kadar düşürmüş olan iktidar; en ufak bir itiraza en yüksek perdeden tepkiler veriyordu zaten. Karşısında oluşan muhalefet blokunu bir türlü parçalayamayınca, öfkesini muhalefetin periferisindeki kişi ve odaklara yansıtıyordu. Bir tweet yüzünden gazeteci Sedef Kabaş'ı hapse atıyor, "ruhsat" almayan internet sitelerini kapatmaya çalışıyor, şeytanlaştırmaya çalıştığı HDP'nin ülkenin dört bir yanındaki yerel yöneticilerini tutuklatıyor, 24 Nisan için "soykırım" diyen HDP Milletvekili Garo Paylan'ı siyaseten linç etmeye kalkışıyordu.

DW Türkçe İstanbul Koordinatörü Bülent MumayFotoğraf: DW

Yargının sırtını sıvazlama ihtiyacı neden?

7 yıldır aynı önergeyi veren Paylan'a öfkenin, Erdoğan'ın sözlerine bugünlerde yansıması tesadüf değil. 6 yıldır bu konuda çıt çıkarmayan Erdoğan, sadece Paylan'ı hedef almakla yetinmedi. HDP'nin, seçim düzlemine girilen günlerde kapatılabileceğini en net şekilde ortaya koydu: "Biz bunları bu parlamentonun mensubu olmayı yakıştırmıyoruz. Bu hainlerin, her şeyden önce vergi ve ücretleriyle beslenmesini benim milletim tahammül edemiyor." Kavala kararının çıktığı gün "Yargıya güven giderek yükseliyor" diyerek Saray yargısının sırtını sıvazlaması; HDP'nin kapatılması dahil, muhalefete darbe niteliğindeki tüm kararları cesaretlendirmek anlamına geliyor.

Biden'a "soykırım" tepkisi neden sertleşti?

HDP'li Paylan'a tepkinin bu yıl yükselmesine benzeyen bir şey daha var. ABD Başkanı Joe Biden'ın "soykırım" açıklamasına verilen tepkinin de dozu farklı. Erdoğan, geçen sene ilk kez "soykırım" diyen Biden'a epey yumuşak bir tepki vermişti: "Mesnetsiz, haksız, hakikatlere aykırı ifadeler kullanmıştır." Erdoğan, Biden'ın bu yılki 24 Nisan açıklamasını ise "meydan okuma" olarak niteledi. Bununla yetinmedi, "Bağışlamamız mümkün değil" diye el yükseltti. Bunun tek sebebi, seçim stratejisi gereği sertleşme ihtiyacı değil. Uluslararası konjonktürdeki değişim de, Erdoğan'ı 2015 doktrinine dönmekte cesaretlendiriyor.

Gezi Davası'nda karar: "Bunlar çete, hakim değil"

06:21

This browser does not support the video element.

Batı sadece kınayacak, üzüntülerini bildirecek

24 Şubat 2022 sabahı Rusya'nın Ukrayna topraklarına saldırmasıyla başlayan süreç, hem Moskova hem de Kiev ile sıcak ilişkileri olan Erdoğan'ın elini güçlendirdi. Gerek NATO'daki önemi açısından ABD'nin, gerekse enerji bağımlılığı nedeniyle savaşın bir an önce bitmesini isteyen AB'nin gözündeki değeri yükseldi. Bu nedenle Erdoğan'ın otoriterliğin sınırlarını zorlaması, ülkeyi tıpkı 1 Kasım 2015'e doğru yaptığı gibi baskı ve korku atmosferinde götürmesine Batı'dan herhangi bir somut itiraz gelmesi pek mümkün değil. Cılız kınamalar ve üzüntüleri bildirmelere tekabül eden açıklamalardan fazlası gelmeyecek yani. Erdoğan, konjonktürün yarattığı iklime güvenerek Türkiye'yi baskı ve korku atmosferinde seçime götürecek.

2015 doktrini Erdoğan'a hangi yolu açmıştı?

7 Haziran 2015'te sandıktan koalisyon kararı çıkınca Türkiye karışmıştı. Yeni hükümet kurulana kadar Erdoğan ve ekibinin yönettiği Türkiye kan gölüne dönüşmüş, peş peşe terör saldırılarında yaklaşık bin kişi yaşamını yitirmişti. Erdoğan, bu ortamda partisi AKP'nin muhalefetle "istikşafi görüşmeler"den fazlasını yapmasına ve akabinde koalisyon kurmasına izin vermeyerek Türkiye'yi tekrar seçime götürmüştü. Terörün hortladığı ülkedeki korku iklimi, AKP'den kopan seçmeni yeniden Erdoğan'ın çevresinde kenetleyince; 1 Kasım'da AKP yine sandıktan tek başına iktidar olarak çıktı. Tesadüf bu ya, silahlar ve bombalar sustu hemen. Erdoğan'ın önce 2017'de anayasa değişikliği, ardından 2018'de ilk seçimlerle yarı-padişah yetkileriyle kuşanarak Saray'a çıkmasının yolu döşenmiş oldu.

2015 doktrini, boş buzdolabını yenebilir mi?

Peki Erdoğan aynı nehirde iki kez yıkanabilir mi? 2015'te "tıkır tıkır" işleyen plan, 2023'te de sandıktaki iradeyi değiştirebilir mi? Çok kolay görünmüyor. Erdoğan, 7 Haziran 2015'te kendisinden kopanları "güvenlik" kaygısıyla yeniden kazanmıştı. Ancak 2023'e giderken AKP'den kopan ve halen "kararsız" hanesinde bekleyen seçmenleri, ekmekten başka bir şeyin ikna etmesi kolay değil. İdeolojik olarak Erdoğan ile herhangi bir çelişkiden öte, kaynamayan tencereleri, açılamayan kepenkleri, iş bulamadıkları çocukları nedeniyle iktidara küsmüş vaziyetteler. Dolayısıyla Erdoğan'ın Gezi kararıyla birlikte resmen ilan ettiği doktrin, bu kez işlemeyebilir. Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesiyle aşka gelen seçmenin, namazdan döndüğü evinde buzdolabını boş bulduğu gerçeği hala ortada duruyor çünkü.